Yaşıyoruz yaşamasına ya, önemli olan neyi, nasıl ve hangi iradeyle yaşadığımız.
Kurumlar bağlayıcıdır; işçinin fabrikaya, öğrencinin okula, sekreterin ofise. Aslında bir bütün olarak kapitalizme.
Şöyle ki, çelişkisi en net olan bir işçiyi örnek olarak vermek gerekirse; işçinin günlük mesai saati asgari 8 saat ise, bu bize o işçinin sadece 8 saatini fabrikaya bağlı olduğunu göstermez; ek olarak geriye kalan 16 saatinin de o kuruma (fabrikaya) bağlı olduğunu gösterir. Çünkü o işçinin mesai bitiminden sonra geçireceği zaman dilimini de o fabrika (o fabrikanın burjuvası, o burjuvanın filizlendiği kapitalizm) karar verir. 16 saatin nasıl geçirileceği ise kapitalistin tanıyacağı toleransla ilgili bir durumdur. Uykusu vardiyasına, tüketimi işçinin aldığı ücrete bağlıdır örneğin.
Bir işçinin geriye kalan 16 saatini serbest zaman olarak tanımlaması sadece bir yanılsamadan ibarettir. Giydiğimiz kıyafetlerden yediğimiz yemeğe, üzerinde oturduğumuz koltuktan okuduğumuz kitaba, izlediğimiz televizyondan yürüdüğümüz kaldırıma dek herşeyin piyasa ekonomisinin dışında görebilir miyiz?
Düşüneceklerimizden yapabileceklerimize dek herşey de anayasanın ilgili kanunlarınca belirlenmiştir. Yasaları biz yapmadığımıza göre bu yasaların çeşitli gerekçelerle üzerimizde kurduğu tahakküm açıktır.
Kapitalizm büyük bir hapisanedir. Bu hapisane yüzlerce hücrelerden oluşmaktadır. Aileler, okullar, vergi daireleri, ibadethaneler, zindanlar, hastaneler, basın-medya ve dahası her biri birer kurum olarak birbirine bağlı olarak hapisanelerin hücrelerini oluşturmaktadır. Bu hücrelerde bizler yaşıyoruz.
Eğer bilincimizi belirleyenin en temelde koşullar olduğunu kabul ediyorsak düşüncemizin hangi yönde seyir ettiğini sorgulamamız gerekiyor.
Yaşadığımız tutsaklığı görmeli, bilmeli, anlamalıyız.
Bilmek değişimi şart koşar. Bütün çaresizlikler bilmemektendir.
Ezilenin eziliyor olduğunun, tutsağın tusak olduğunun bilincine varması, ezenin ve tutsak edenin bu düzen olduğunun ayırdına varması. İşte değişimin ilk adımı budur.
Berker Yenici
Dünyalılar