Oldukça yaygın yanılgıları içerisinde barındıran yaklaşık 300 yıllık modernleşme geçmişine sahibiz. Aşikârdır ki, halen modernleşmekten çok uzağız. Her şeyden önce modernleşmeye dair yanılgılarla ve anlamının dışına taşmış kavramlarla boğuşmaktayız. Bu yazı, kısa bir özetle 300 yıllık süreci, süreç içerisinde yapılan hataları ve aynı zamanda modernleşebilmek için yapılması gerekenleri içermektedir.
Yaygın yanılgılar dedik. Bunların boyutunu kavramak için kendimize önce ‘Türkiye modernleşmeli midir?’ sorusunu soralım. Cevabınız muhtemel ‘evet’ olacaktır. Şekli, ivmesi, süreci ne olursa olsun hemen hemen herkes modernleşmekten yanadır. Ancak soruyu biraz değiştirip ‘Türkiye Batılılaşmalı mıdır?’ diye sorarsak; çoğu kişi için cevap değişime uğrayarak ‘hayır’ olacaktır. Üstelik cevabın bu denli değişmesi, Türkiye’de herhangi bir topluluk, cemiyet veya siyasi görüşe özgü değildir. Modernleşmeye dair en önemli yanılgı henüz kavramın isminden başlıyor. Modernleşmeyle batılılaşmayı ayrı kefelere koyup tartıyoruz. Aynı anlam ve içeriği ihtiva eden bu iki kavramın, elbette ki, dillerde ve zihinlerde ayrılması kimisi haklı olan bazı sebeplere dayanmaktadır. Yazının ilerleyen safhalarında bu sebeplere detaylıca değineceğim. Öncelikle modernleşmeyi tanımlayalım.
Modernleşme Nedir?
Modernleşme, az gelişmiş veya gelişmemiş toplumların modern, siyasal, toplumsal ve kültürel bakımdan sanayileşmiş ülkeler modelini benimsemeleri ve onlara benzeme sürecidir. Bir diğer tanıma göre: Bir cemiyetin mevcut nizamını, yani içtimai, maddi ve manevi medeniyetini bir tipten başka bir tipe çeviren bir süreçtir. 1 Şayet modernleşmenin temeline inersek mod yani kip değiştirmeyi görürüz. En açıklayıcı tabirle modernleşme yaşam tarzını ve görüşünü değiştirmektir. Elbette ki, bu değişim mevcut olan tarz ve usulden daha iyi daha gelişmiş olana doğru ilerler. 2
Modernleşmeyle Batılılaşmanın farklı kavram olduğunu düşünenlere batılılaşma kavramını sorduğumuzda ise batılılaşmayı batıya benzemek veya taklit etmek ve yüzeysel modernleşme olarak tanımlarlar. Batılılaşmanın taklitçilik olarak algılanması yeni bir kavram kargaşası değildir. Temeli Osmanlı’ya dayanan bu yanılgının günümüz insanları tarafından yinelenmesinde haklı gerekçeler bile vardır. Bu yanılgıyı kavrayabilmek için kavramların sürecine bakalım.
Modernleşme Kavramının Süreci
Garplılaşma, muasırlaşma, batılılaşma, çağdaşlaşma… Tüm bu kavramlar esasında son kertede Modernleşmenin karşılığıdır. Süreç içerisinde çeşitli değişimlere uğramasının gerekçeli sebepleri vardır.
Öncelikle garplılaşma ile muasırlaşmayı ele alalım. Amerika’dan son zamanlarda yaygınlaşan bir eğilim var; ‘political correctness’3 Bu eğilime göre, hoşlanmadığınız bir şey varsa ve bu hoşlanmadığınız şeyi bertaraf edecek, ona üstün gelecek gücünüz yoksa o hoşlanmadığınız şeyin adını değiştirmeye çalışırsınız. Zamanında Ziya Gökalp’in ‘muasırlaşma’ diyerek yaptığı da budur; M. Akif’in ‘tek dişi kalmış canavar’ diyerek yaptığı da budur. Her ikisi de batıdan hoşlanmıyor ancak; biri batının gerisinde olunduğunun farkında ve yakalama çabasındayken bir diğeri batının gerisinde olunmasına rağmen batıya mesafeli.
Modernleşme Süreci
Modernleşme Batı Avrupa çıkışlı bir hareket ve çaba olduğundan kavramın alt yapısı ve üst yapısını da Batı Avrupa ülkeleri belirlemiş, bu ülkelerin haricinde kalan ülkeler de bu yapılara göre kendi kültürleri el verdiğince modernleşmeye çalışmıştır.
Avrupa’da modernleşme üç temele oturtulabilir; Rönesans, Reform ve Sanayi Devrimi.
Batı’nın modernleşmesi 15.yy.’da Rönesans ile başlar. Rönesans ile beraber özgür düşünceye, yeni yaşam tarzları ve hayat görüşlerine yönelen Avrupa aynı zamanda Reform ile gelenekçi zihniyetin çağdışı kural ve uygulamalarını kırparak kiliseyi de modernleştiriyordu. Rönesans ile yeni ufuklara adım atan Avrupa, bu adımlarını engelleyebilecek olan Hristiyan kültür ve ahlakını da Reform hareketleriyle değiştiriyordu. Ortaya çıkan vaziyet Avrupayı hem sanayi devrimine götürdü hem de zihniyet olarak doğulu toplumların önüne geçmesini sağladı. Edindiği teknolojik birikimi mühendisliğe ve tekniğe döken Avrupa, sanayi devrimiyle beraber ekonomik olarak da doğuyla arasındaki farkı açtı. Modernleşmenin son kertede üst yapısını oluşturan refah devleti de sanayi devrimiyle beraber kurulmuş oldu. Anlaşılacağı üzere bu üst yapı, siyasal ve sosyal alt yapıyı oluşturan Rönesans ve Reform olmadan oluşturulamazdı.
Gerek Osmanlı’da gerekse diğer modernleşme çabasına girişmiş ülkelerde bu süreç Avrupa’daki gibi işlemedi. Her şeyden önce Avrupayı geriden takip eden bu ülkelerde Rönesans ve Reform gibi hareketleri yaşayabilecek ne toplumsal enerji vardı ne de yeterince zaman. Enerji yoktu zira doğulu toplumların tabanında bu yönde bir istek yoktu. Bunun sebebi doğulu toplumların batıya olan yabancılığıydı. Batıyı tanımaktan ve takip etmekten çok uzak olan toplumun tabanını bu uğurda yönlendirecek olan haliyle cemiyetti.
Bizdeki cemiyetin Avrupayı tanımaya başlaması ise 18.yy.’ın başlarına tekabül eder. Lale devriyle beraber Avrupayı göz ucuyla takip etmeye başlayan cemiyet tecrübesizliğinden olacak ki, Batı Avrupa’nın sadece yaşam tarzıyla ilgilenmiş, modern ülkelerin içeriğini incelememiştir.
Neyse ki, bu durum yine Lale Devrinin önünü açtığı çok önemli bir ismin aracılığıyla bir nebze aşılmış oldu: İbrahim Müteferrika.
Müteferrika’nın ismi bizim modernleşme tarihimizde pek geçmez. Oysaki kendisi ve Osmanlı’ya getirdiği Türkçe matbaa ile kendi döneminde ve kendisinden sonra modernleşme çabamıza ivme kazandırmış oldu. Usul el-Hikem fi Nizam el-Ümem adlı döneminin çok ilerisinde bir fikir zenginliği olduğunu kanıtlayan Müteferrika, Osmanlının Avrupa’dan neden geri kaldığını, Osmanlı devlet idaresindeki bozuklukları değerlendirir. Müteferrika’nın aynı adlı eserinin oldukça sıra dışı bir eser olmasının diğer bir sebebi de henüz 18.yy.’ın başlarında olunmasına rağmen monarşi, aristokrasi ve demokrasiyi karşılaştırır. Demokrasiyi bu üçlü arasında öne çıkarır. Lale Devrinde olunması, zamane sadrazamı Damat İbrahim Paşa’nın açık görüşlü biri oluşu ve Müteferrika sıfatı sebebiyle devlet nezdinde de saygı görüyor olması İbrahim Müteferrika’nın bu ve bunun gibi bazı eleştirel ve dönemine göre oldukça ileri fikirlerinin kitaplaşmasını mümkün kılmıştır.
Müteferrika’dan sonra da kitap basımına devam eden matbaa Osmanlı toplumuna pek çok batılı eser kazandırmıştır. Bu eserler önemlidir, zira Batı kültürü önce bu kitaplarla gelmiştir. Sonra cemiyette yer edinmeye başlamıştır. Cemiyetteki batılılaşma yavaş yavaş III. Selim ile beraber devlete nüfuz etmeye başladı. Elbette ki, bunda III. Selim’in tıpkı II. Mahmut gibi reformcu profile sahip olması etkilidir.
Yazının başında modernleşmeye dair yaygın yanılgılardan bahsetmiştim. En önemli yanılgının modernleşme ile batılılaşmanın farklı kavramlar olarak ele alınması olduğunu ifade etmiştim. İkincil yaygın yanılgıya geliyoruz. Padişahların profilleri çok etkilidir dedik ancak sanılanın aksine ne Osmanlı’da ne de Cumhuriyette modernleşme amacıyla yapılan düzenlemeler ‘tepeden inmeci’ değildir. Toplum açısından bakıldığından bu ifade doğrudur. Ancak tarih hiçbir zaman anlık kararlar ve uygulamalarla bölünüp farklı zaman kesitleri haline getirilemez. Genç Cumhuriyetin kanunlarla yaptığı inkılaplar tıpkı Osmanlının son dönemlerinde fermanlarla yapılan reformlar gibi topluma tepeden inmeci gibi gözükse de cemiyet hayatı tarafından çoktandır kabul gören ve istenen uygulamalardır.4 Yine batılılaşma anlık kararlar doğrultusunda başlamaz ve uygulanmaz. Batılılaşmanın başlangıcı da bir süreçtir. Osmanlı’da modernleşme III. Selim veya II. Mahmut’a has değildir. II. Mahmut’un Batıyı yakalamak ve düzene uyum sağlamak amacıyla yaptığı reformlar esasında Osmanlı’da bazı kurumlarda çoktandır varolan batılılaşmanın kanunlaştırılmasıdır.
Sık sık cemiyetten bahsettim. Cemiyetten kastım zamane Türk entelijansiyasıdır. 18. yy. Türk cemiyetini devlet idaresindeki paşalar ve ordudaki üst düzey kumandanlar oluşturur. Kumandanlar yani asker Osmanlı modernleşmesinde çok önemli bir halka. Öyle ki, askeriye aynı yüzyılda modernleşmeye yön veren neredeyse tek unsurdur. Osmanlı modernleşmesi oldukça açıktır ki, ordu da başlamış ve 18. yy. ile 19.yy.’ın ortalarına kadar orduyla şekillenmiştir. Modernleşmenin orduda başlıyor olması bir zaruret. Her şeyden önce devletin hayatta kalma mücadelesinin bir ürünü.
Ordu, savaşlar ve çatışmalarla sık sık batılı ülkelerin ordularıyla karşı karşıya geliyor. Diğer devlet kurumlarının aksine askeriye batıyla en çok etkileşimde olan kurum. Bu etkileşim çoğu kez savaşlarda mağlubiyet ile sonuçlanıyor. Batının teknolojik üstünlüğünü ve Osmanlının geri kalmışlığını ilk hisseden kurumda haliyle ordu. Cephedeki mağlubiyetlerden zaman içerisinde çıkarılan dersler neticesinde ordu kendi içerisinde yavaş yavaş modernleşmeye başlıyor. Modern batılı orduların mühendisliğini, tıp anlayışını benimsemeye başlıyor. Yine Osmanlı sanayisinin ilkleri hep ordunun ihtiyacına yönelik kuruluyor. Bu, benimseme ve teknoloji edinme çabaları devletin ve askeriyenin hayatta kalma mücadelesi olarak gelişiyor. Askeri mühendislik, batılı tıp ve veterinerlik anlayışı devlet nezdinde bir kurumun ilk batılılaşma hareketleri olarak tarihe geçiyor. Kısa sürede ise devamı geliyor. Batı mühendisliğiyle beraber Osmanlı’ya gelen Avrupalı öğretim elemanlarının katkısıyla matematik, trigonometri, fizik, kimya, biyoloji gibi pozitif bilimler ve Avrupalı ülkelerin dilleri askeri okullarda öğretilmeye başlanıyor. Yabancı dil zamanla cemiyette yaygınlaşıyor. Avrupalı eserler Türkçeye çevriliyor ve nihayetinde Batı edebiyatı, batı sanatı ve batı felsefesi öğrenilmeye başlanıyor. Askeriyenin aracılığıyla batılı yaşam tarzı ve hayat görüşü yavaş yavaş Osmanlı’da yer edinmeye başlıyor.
19. yüzyıla gelindiğinde II. Mahmut’un da etkisiyle bu yüzyılda modernleşme çabaları kanunlaştırılmaya başlandı. Bu kanuni hareketleri Tanzimat fermanı izledi. Tanzimat’ın getirdiği geçmişe göre nispeten özgür düşünce ortamı ve batıya açılma çabası yeni bir entelektüel sınıfın doğuşunu hazırladı; Genç Osmanlılar. Tanzimat modernleşmesi de denilen bu dönemde reform çalışmalarını yetersiz bulan yüzünü Avrupa’ya dönmüş Genç Osmanlılar yüzyılın sonuna dek aktif olarak Osmanlı sosyal ve siyasal hayatında etkili oldular. Ardından Jön Türkler, İttihat ve Terakki aktiflik kazanmış ve cumhuriyetin ilk yıllarına kadar da İTC Türk siyasetinde etkili olmaya devam etmiştir.
Türk modernleşmesinin kısa özetini yapmak gerekirse; Osmanlı’da bir zaruret olarak modernleşme önce askeriyede başladı. 19. Asırda devlet idaresinde batı taklitçiliğiyle devam etti. Aynı dönemde edebiyatta ilk defa batılı hayat görüşü aydınlar arasında yayılmaya başladı. Edebiyattan sanata yavaş yavaş yayılan bu hayat görüşü nihayetinde Atatürk’ü hazırlamış oldu. Modernleşmeye dair yapılan üçüncül hata da Osmanlı modernleşmesi ile Cumhuriyet modernleşmesinin bir tutulmasıdır. İkisi birbirinden taban tabana ayrılır.
Osmanlı Modernleşmesi ile Cumhuriyet Modernleşmesi Arasındaki Farklar
- Cumhuriyetin ilanından beri modernleşme, Türkiye için bir hayat davası, mücadelenin ana meselesi olmuştur. Osmanlı’da modernleşme ise günü kurtarmaya dayalı bir zaruretin ürünüydü. Bir yaşam mücadelesinden çok, yıkılmaya yüz tutmuş bir binanın badanalanmasıyla görüntüsünün kurtarılmaya çalışması gibi yüzeysel bir imaj bırakmaya yöneliktir.
- Osmanlı modernleşmesinin bir felsefesi, teorisi, ideolojisi yoktu. Batıının ihtiva ettiği esas kriter ve prensiplerini öğrenmekten acizdi. Oysa ki, genç Cumhuriyet Osmanlı’ya göre daha avantajlıydı. En azından modernleşmeye dair ne yapmaması gerektiğini Osmanlı’dan tecrübe etmişti. Aynı zamanda modernleşmeyi ve Batı’yı Osmanlı’ya göre daha iyi algılayabiliyordu. Elbette bunda modernleşmenin karşısında muhafazakar değerlerin bastırılması da rol oynadı.
- Kemal ve arkadaşlarının modernleşme fikri radikaldir. Zira bu fikir, yalnız maddi ve teknik unsurlarda değil, Türk cemiyetinde davranışları belli eden hayat görüşünde topyekün modernleşmedir. Atatürk’e kadar olan modernleşme fikrinin geleneksel toplumun mukavemeti sebebiyle, modernleşmenin yalnız teknikte ve usullerde kaldığını görürüz. Bu, tam manasıyla bir modernleşmeden ziyade Batılı ülkeleri taklit olarak da ifade edilebilir.
- Cumhuriyet modernleşmesi rasyonel akla dayanır. Keza topyekün modernleşmeye geçilmesi de ancak bu sayede mümkün olmuştur. Osmanlı modernleşmesi ise doğulu toplumların sahip olduğu duygusal akıl ve mistik düşünceyle yapılmaya çalışılmış, bu sebeple toplum değerlerinde derinlere inememiştir.
- Osmanlı modernleşmesi önce orduda başlamış ardından maliyeye uzanmış ve Osmanlı’nın son zamanlarında da idareye yansımıştır. Osmanlı’da modernleşme kurumlar bazında halka halka ilerlerken Cumhuriyette modernleşme, tüm kurumlara aynı anda nüfuz ettirilmeye çalışılmış, kurumlar arasında gelişmişlik olarak uçurumların oluşması engellenmiştir. Bu sayede Cumhuriyette, modernleşme tek tip ilerleyebilmiş; batı taklitçiliğine dönüşmemiştir.
Osmanlı’da modernleşme çok sık tekrarlanan hatalar ve yanılgılarla devam ederken, Cumhuriyet edindiği tecrübelerle bu hataların büyük kısmından sıyrılabilmiş ve modernleşmeye ivme kazandırabilmiştir. Osmanlı’nın bu yanılgılardan kurtulamamasının en büyük sebebi olarak zamane muhafazakar değerlerin güçlü olmasını söyleyebiliriz. Cumhuriyet bunu henüz baştan açmış ve modernleşme sürecini kolaylaştırabilmiştir.
Modernleşmeye Dair Diğer Yaygın Yanılgılar
- Taklitçilik
Osmanlı modernleşmesinde batı taklitçiliğinin yoğun olduğu doğrudur. Tanzimat ve Osmanlı modernleşmesinde batı taklitçiliğinin yoğun olduğu doğrudur. Tanzimat ve Servet-i Fünun dönemi romanlarına bakarsanız, batılı profildeki bayanların neredeyse hepsi piyano çalar, erkekler ise Fransızca bilir. Piyano çalmak ve Fransızca bilmek Batılı olmanın simgesel işaretleri olarak algılanıyordu ve şayet batılılaşmak isteniyorsa bunlar yapılmalıydı. Batılılaşmayı sembollere boğan zamane cemiyeti, kavramın özünü kaçırıyor ve modernleşmeyi taklitçiliğe dönüştürüyordu. Modernleşme kavramının kökünü, kriterlerini kaçıran bu yaklaşım Türk modernleşmesine oldukça fazla zarar verdi. Bu batılılaşmak veya modernleşmek değildir; bu sürece hiçbir katkısı olmayan taklitçiliktir. Taklitçi insanlar batılı olduğunu düşünür ancak mefhumun kaynaklarını kavrayamadığı için hem batılılaşamaz hem de kendi toplumuna yabancılaşır. Batı taklitçiliği sadece Osmanlı’ya özgü değil, cumhuriyetin ilk yıllarında hatta günümüzde de devam etmektedir.
- İyi/Kötü Ayrımı ve Kültür
Osmanlı modernleşmesinde aydınlar, ‘batının iyi taraflarını alalım, kötü taraflarını bırakalım.’ gibi bir ifade de yoğunlaşır. Namık Kemal, Ziya Gökalp bu aydınlardandır. Modernleşme tarihimiz boyunca bilhassa muhafazakâr kesimler tarafından çok kez kullanılmıştır. Ancak bu görüş doğru değildir. Modernleşme bir zihniyet değişimidir, yaşam görüşünün değişimidir. Bu değişim sadece tek bir yönde olmaz.
Modernleşme bir çorba değildir, içerisine istediğinizi katıp istediğinizi çıkarasınız. Teknoloji bir yere kadar ithal edilebilir ancak teknolojiyi yaratan bilimsel gelenek ithal edilemez. Bilim gelişebileceği özgür bir ortam ister. Her şeyden önce muhafazakâr düşünceler ve tabular bilimi kısıtlamamalıdır. Bilimin gelişmesi için ortam hazırlanırken toplumun muhafazakâr, dini değerlerinde değişimin olmaması imkânsızdır. Muhafazakar değerler –şayet ülkede siyasallaşmış muhafazakar görüşler hâkimse- muhtemelen ülke de bilimi engelleyici, sansürleyici rol oynar. Ülkemizden en basit ve akla ilk gelen örneği 2009 yılında TÜBİTAK’ın Darwin’e ve Evrim teorisine uyguladığı sansürdü.5
Bilimin önündeki bu engeller yıkılmadan batıya benzemeye çalışarak ya da direk ithal ederek bilimin gelişmesini bekleyemeyiz. Bilim, bilimsel gelişmeye müsait bir ortamda var olabilir. Bu da ancak hayat görüşüyle, kültürüyle bilime elverişli toplumlarda mümkündür. 600 yıl öncesine kadar bilimi de sanatı da oldukça parlak olan bizler ne oldu da 600 yıl içerisinde çöktük? 600 yıl öncede bu toplum Müslümandı, yine muhafazakârdık. Ancak an geldi, sahip olduğumuz bilimsel bilginin ötesine geçen batılılar, doğu medeniyetiyle arayı açtı. Son 500 yıldır sürekli geriden gelen bizler, batıyı yakalamak bir tarafa dinin karanlık tarafına; hurafelere ve duygusal akla yöneldik. İnsanlığa yeni ufuklar açılırken biz önümüzdeki kitaptan gayri bir şey görmez olduk. Batı, pozitif bilimlerde çağ atlarken İslam dünyası okuduğu kitabın ilk emrinin aksine gitgide ‘tek kitaplı’ hale geldi. Gelişmeyi sürdürmektense girdiğimiz çukurda daha da batmak için debelendik durduk. Geldiğimiz nokta ortadadır; batıyı tanımayan, ondan da öte kendi tarihini bilmeyen cahil ve daha da kötüsü cahil olduğunu da bilmeyen toplumlar.
Artık bir kültürün her yanının birbirine bağlı olduğunu kavramamız gerekiyor. Yalnız bir iki bilim koluyla uygarlık yaşayamaz.6 Batıya kültürce ve ahlaken aşağılık diyenlerin Tanzimat dönemini tekrar okumaları gerekir. Gazete, dergi, roman, tiyatro gibi batının sanatsal icatlarıyla kültürümüz gözle görülür derece de zenginleşmiştir. Bu zenginliği batıdan gelen yeni fikir ve gelişmelere borçlu olduğumuzu kimse itiraf etmez. Ama yeri gelince ‘batının kültürünü ve ahlakını almayalım, onlar bizi bozar.’ demeyi biliriz. Zihinlerin yaşadığı amansız çelişki…
Şunu da belirtmeli, her ülkenin modernleşmesi kendi kültürü çerçevesinde kendine özgüdür. Her ülke az veya çok kendi kültürüyle modernleşmeyi harmanlamaya çalışır. Modernleşme sürecinde kendi öz kültürlerini korumaya çalışır. Modernleşmenin asli kriterlerine ters düşmediği müddetçe de bu çaba gelişmeyi engellemez.
- Ahlak
Bir diğer hataya düşülen meselede ahlaktır. Maalesef ülkemizde dün olduğu gibi bugünde Avrupa’yı ahlaksız olarak gören ve bu sebeple ‘modernleşirsek/batılılaşırsak ahlaksızlaşırız.’ diyen insanların sayısı az değil. İnsanlardaki bu yanılgının sebebi Avrupa’nın geçtiği reform hareketleri sürecinden habersiz olunmasıdır. Modernleşen batının ahlak görüşüyle reform hareketleri öncesi batının ahlak görüşü bir tutulur.
Oysaki reform sürecinden sonra Avrupa dine dayalı ahlak düşüncesinden insana dayalı ahlak düşüncesine geçmiştir. Yani sanıldığının aksine karşımızda 16.yy öncesi her fırsatta haçlı seferine çıkmaya çalışan, İslam düşmanı bir Hristiyan kulübü Avrupa yoktur. Avrupalı yine Hristiyandır ancak Rönesans ve Reform’un ardından sekülerleşmiş ve mistik dünya görüşünü terketmiştir. Dolayısıyla karşımızda Hristiyan ahlak modeli yoktur. Bizim gibi kendi gelenekçi zihniyetiyle, dini değerleriyle yüzleşememiş; modernleşmeyi derinden yaşamak için çaba göstermemiş toplumlar Batı’daki bu kültürel ve dini değişimi kavramakta zorlanır. Zorlandığı anda da zihninde tabulaşmış görüşler devreye girer ve ahlaksal dönüşümden çekinir. Ahlaki yozlaşma endişesiyle modernleşmeye yönelmemek ya da yüzeysel olarak modernleşmeyi uygulamak geçmişimizde çokça yapılan hatalardan biridir. Bizim dine dayalı ahlakımızın batının insani değerlere dayalı ahlakından çok daha üstün görülmesi yapılan bir diğer yaygın hatadır.
- Doğu-Batı Ayrımı
Çoğunluğun düşündüğünün aksine Doğu-Batı ayrımı coğrafi bir ayrım değildir. Türkiye’nin batısında kalan ülkeleri modernleşmiş olarak görmek yanlış olduğu gibi Türkiye’nin doğusunda kalanları da çağdışı olarak kategorize etmek zordur. Aksi halde Yunanistan’a modernleşmiş bir ülke dememiz gerekebilirdi ya da Japonya, Güney Kore gibi doğumuzda yer alan ülkeleri hangi sınıfa sokacaktık? Ne Yunanistan modernleşmiş bir ülke ne de Japonya doğulu bir ülke. Doğu-Batı ayrımı coğrafi özellikler taşımaz. Bizlerin Batı’dan kastettiği modernleşmiş ülkelerdir.
Batı ile Doğu’yu birbirinden ayıran başlıca özellik, batılı insanın insana ve kâinata objektif bir şekilde bakarak rasyonel bir sisteme bağlama çabasıdır. Modern insan devlet hayatından özel yaşayış tarzına kadar her şeyi rasyonel bir şekilde düzenlemeye çalışır. Buna karşı doğulu her şeyi mistik, ilahi bir sebebe bağlar. Onun gözünde Tanrı ile her hadise arasında doğrudan doğruya bir ilişki vardır. Bu sebepten doğulu hadiseleri kontrol iradesini kendinde görmez. Hâlbuki batılı insan tabii ve sosyal çevresini kontrol gücünü kendinde görür. Doğulu insan rasyonel düşünmekten uzaktır. Rasyonel olmayan görüş ilim zihniyetinde yer alamaz.
Batılı ülkeler doğudan farklı olarak duygusal ve mistik düşüncelerden sıyrılıp rasyonel akla yönelebilmiştir. Doğulu ülkeler ise bunu beceremediklerinden ve pek çoğunun bu yönden bir çabası bile olmamasından dolayı modernleşmek bir tarafa yerinde saymış ve hatta gerilemiştir. Dolayısıyla doğu-batı ayrımının temeline rasyonaliteyi koyabiliriz.
Bir tarafta uzun uğraşların sonucunda kadercilikten sıyrılıp akılcılığa ulaşan modernleşmiş batı, bir tarafta ise kaderciliği en temel özelliği haline gelen doğu. Bir tarafta akılcılığın katkısıyla özgürleşmiş birey, diğer tarafta tüm hayatı ve düşünceleri gelenekçi zihniyetle şekillendirilen ve sık sık toplum tarafından baskıya uğrayan birey.
Bu ayrıma dair yapılan bir diğer hata da, ekonomik olarak gelişmiş ülkelerin modern ülkeler arasına alınmasıdır. Doğrudur, ekonomik gelişmişlik ve refah devleti modernleşmenin üst yapısını oluşturur. Ancak modernleşmenin altyapısını oluşturan sosyal ve siyasal gelişmişlik olmadan salt ekonomik seviyenin hiçbir değeri ve önemi yoktur. Aksi halde çoğu petrol zengini Arap ülkesine modern demek zorunda kalırdık. Dolayısıyla Doğu Batı ayrımında tıpkı coğrafi konum gibi ekonomik seviyeyi de bir kıstas olarak değerlendiremeyiz. Oldukça net bir şekilde ifade edebiliriz ki, bu yanılgılardan arındırılmış Doğu-Batı ayrımının temelinde rasyonalite ve bireycilik vardır.
Türkiye’nin Modernleşebilmesi İçin
Türkiye’de modernleşme, Batı’dakinden farklı bir şekilde ortaya çıkmış ve tamamen uygulanamamıştır. Modernleşme, Batı’da uzun bir gelişim sonucu aşağıdan, kitlenin geleneksel cemiyeti değiştirmesi şeklinde olmuş; Türkiye’de ise devletin ve aydın bir zümrenin yani cemiyetin ta kendisinin inkılap hareketleri olarak yukarıdan gelmiştir. Haliyle bu durumda da modernleşme karşıtı gelenekçi kesimler direnme göstermiştir. Gelenekçilik, eğitimi yetersiz topluluklarda hızla yayılıp muhafazakâr duyguları uyandırmıştır. Gelenekçi düşünce demokratik seçimleri de kullanarak zaman zaman modernleşmeyi bastırabilmiştir. Siyasal tarihimizde pek çok kez karşımıza çıktığı gibi ‘karşı devrimlerle’ sonuçlanan bu gelenekçi eğilimler Türk modernleşmesinin en önemli sorunudur.
Ancak bu sorunu açmanın yolu da yine yukarıda belirttiğim yanılgılardan kurtulmak ve tek tip bir modernleşme anlayışını topluma indirgeyebilmektir. Bu bizim gibi doğu kökenli toplumlarda devlet desteği olmadan yapılması çok zordur. Batı bunu olması gerektiği gibi alt tabakanın desteğiyle yapmıştır. Gelgelelim bizde alt tabakayı yani halkın ta kendisini modernleşme yanlısı yapabilmek için ciddi bir eğitim seferberliğine ihtiyaç vardır. Maalesef, pozitif bilimlerle çevrelenmiş kaliteli bir eğitim sistemini yine devletsiz uygulamaya geçirmek çok zordur. Bu Doğu toplumlarının içerisinde bulunduğu bir paradokstur. Devlete rağmen devletle modernleşme…
Devlet öyle veya böyle modernleşmenin bir ucundan tutmalıdır.
Modernleşmenin kriterleri eksik veya çarpık değil; topyekûn bir şekilde uygulanmalıdır. Modernleşme, gelenekçi zihniyetin bilim ve sanat üzerindeki kalıplarının kırılmasıdır. Aklın ve insaniyetin ön plana çıkarılmasıdır. Böyle bir değişim ancak radikal bir devrimcilikle topyekûn bir değişimle mümkün olabilirdi. Dolayısıyla, modernleşmek istiyorsak doğu uygarlığından bize miras kalan duygusal, kaderci ve mistik düşünceden sıyrılmalıyız. Rasyonel dünya görüşü ancak bilim ve sanatı kullanabilen toplumlarda mümkün olabilir. Bilim ve sanat gelişmeden modernleşemeyeceğimiz aşikârdır. Bu durumda bilim ve sanatı geliştirmeye yönelmemiz gerekir. Bu iki temel değeri es geçerek yöneldiğimiz her çaba, 300 yıllık modernleşme sürecimize bakıldığından tecrübeyle ifade edilebilir ki; hüsranla sonuçlanacaktır.
Son olarak Charles Darwin’in bir sözünü buraya taşımak istiyorum;
Bilim ve sanat bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı beraber kullanan toplumlar uçar. Kullanamayan toplumlar tavuk toplum haline gelir. Tavuk toplum önüne konan her yemi gagalarken ardından alınan yumurtalardan habersizdir.
Tavuk toplum olmaktan vazgeçmemiz dileğiyle…
Kenan Turan
Bu yazı http://akademikarastirma.org/turk-modernlesmesinin-kritigi/ adlı makaleden kısaltılarak eklenmiştir.
Dipnotlar
1 Halil İnalcık, Atatürk ve Demokratik Türkiye (İstanbul: Kırmızı Yayınları, 2007), s. 78.
2 İlber Ortaylı, Tarih Dersleri-Modernleşme, NTV 30 Nisan 2008.
3 Murat Belge, ‘Batılılaşma/ Modernleşme’ (1), Taraf Gazetesi 06 Ekim 2013.
4 İlber Ortaylı, Batılılaşma, TRT 2
5 Erişim tarihi 02.01.2015,http://www.cnnturk.com/2009/turkiye/03/09/tubitaktan.inanilmaz.sansur/517049.0/
6Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Yapı Kredi Yayınları 2002, s. 381-382.
Kaynakça
Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002
İnalcık, Halil, Atatürk ve Demokratik Türkiye, İstanbul: Kırmızı Yayınları, 2007
İnalcık, Halil, Osmanlı ve Modern Türkiye, İstanbul: Timaş Yayınları, 2013
Mardin, Şerif, Türk Modernleşmesi, İstanbul: İletişim Yayıncılık, 2002
Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Timaş Yayınları, 2008
Ortaylı, İlber, Batılılaşma Yolunda, İstanbul: Turkuvaz, 2007