Bir Erkek Kurgusu Olarak “Anaerkil” Kavramı
“Anaerkil” kavramı, ilk topluluklarda analık hukukunun varlığını ve kadınların topluluktaki saygın konumunu vurgulamak için kullanıldı, ilk olarak Morgan’da rastlıyoruz bu kavrama, ilk başvuranların niyetlerinden bağımsız olarak, bu kavram kadının (ve ilkel topluluklardaki toplumsal düzenin) durumunun anlaşılmasını zorlaştırdı. “Ataerkil” toplumla hiçbir biçimsel ve özsel benzerliği olmayan ilkel topluluklarda kadın herhangi türde kategorik olarak ataerkil döneme karşıtlık vurgusu içinde ele alınınca bir iktidarlı dönem fikrine yol açtı. Kadının konumu, cins iktidarı olarak algılanıp hareket noktası yapıldığında ise daha karmaşık bir tarih yorumu karşımıza çıkıyor.
Önce, zihinlerde kadın cins iktidarı ile belirlenen ilkel topluluk tasavvuru oluşturuluyor ve sonra, gözlemlenmiş topluluklardan ve antropolojik bulgulardan elde edilen somut verilerin yardımıyla bir kurgusal tarih yazılıyor.
‘Anaerkil’ kavramının yol açtığı kafa karışıklığı ile hareket etmenin, bu yoldan fikir yürütmenin iki sonucu olduğunu görüyoruz; birincisi, ilkel toplulukların eşitlikçi ve her türden iktidardan uzak olduğu göz ardı edildi, ikinci olarak da somut verilerin sınıflı toplumların ve ataerkil dönemin erkek iktidarına denk düşen bir kadın cins iktidarı yaşanmadığını kanıtladığı görülünce, toplumların başından beri ataerkil olduğu sonucuna varıldı. Bir kere temel yargı oluşturulunca, bu yargıyı destekleyecek veriler bulunabilirdi. Kadınların ‘iktidarlarını’ sarsan erkek cinse karşı toplumsal bir direnişin* izine rastlanmaması, topluluklardaki şeflerin(reis, şasem) genelde erkek olması, insan topluluklarının başından beri ataerkil nitelikte olduğunu gösteren ‘nesnel’ veriler sayıldı.
“İktidarın Üç yüzü” isimli incelemesinde C.B. Akal, kadın tarihini inceleyenler arasında yaygın olan ve erkek söylemi içinde oluşan bu görüşleri yeniden ele almış, ancak hareket noktası ‘anaerkil dönem’ arayışı olunca, iktidar ve ataerkil karşıtı yaklaşımlarına rağmen, kadının ilk topluluklardaki yeri ve tarihi yenilgisine dair anlamlı yanıtlar bulamamıştır. “Oysa, hayal gücünü böyle geriye çalıştırmak yerine antropolojinin nesnel gözlemlerine bağlı kalmak daha aydınlatıcı bir yöntemdir” der Akal. Nesnel verilere bağlı kalmak bilimselliğin şartıdır. Ancak nesnel verilerin yorumunun öznel olabildiğini de akılda tutmakta yarar var.
Başlarken, kadının ilk topluluklardaki konumuna genel olarak değinmiştik. Kadın, ilk toplulukların kurucu öğesiydi. ilk nesnel bilgi budur. Analık hukuku, topluluğa belirgin olarak yön veriyordu. Peki ama nasıl, hangi biçimde?
“… Ve yine L.W. Powel tribülerin kurduğu kuralların ‘beşte bir oranında erkek, beşte dört oranında kadınlardan oluştuğunu’göstermiştir. Reis, topluluktaki bütün kadın ve erkeklere danıştıktan sonra bir karara varan kadın üyeleri tarafından seçilirdi. Bu kişi kadınlar tarafından atanır, edim ve davranışlarının hesabını kadınlara vermekle yükümlü olurdu. Bunlar, ufak tefek ‘ev işleri’ değil, kadınların elinde bulunan toplumsal işlevlerdi. ” (Aktaran E. Reed)
Yönetimi belirlemek, ilkel topluluklarda, bir iktidar işareti değildi. Çünkü topluluk, komünal kardeşlik bağlarıyla bağlı kadın ve erkeklerden oluşuyordu. Kadınların belirgin rolüne rağmen, bir cins iktidarı söz konusu değil. Ve erkeklerin şef ya da reis olmaları da erkeklerin kadınlar üzerinde herhangi bir türde baskı oluşturmalarına neden olmuyor. Reed’in aktardığına göre; “İroauoi tribüler birliğinde, hiçbir kadının düzenli ve sürekli olarak bir ‘Reis’ görevini yüklendiği görülmemekle birlikte anlatanlardan, gerek reislerin seçilmesinde, gerek görevden alınmasında, kadınların daha etkili olduğu açıkça ve kesinlikle görülmektedir. Başka bir deyişle bu; başkanların yapacakları sınırlı işlerde, klanın ve anasoylu ailenin görüşüne göre hareket etmeleri gerekliydi, topluluğun görüşüyse kümedeki erkeklerden çok, kadınların görüşü demekti.”
ilk topluluklarla ilgili nesnellik açık ki; bu toplulukların eşitlikçi olduğu kadar kadın rengi taşımasıdır. Nasıl ki sınıflı toplumlarda egemenliğin cins kimliği erkek ise eşitlikçi ilk topluluklarda sisteme damgasını vuran kadın cinsidir. Sınıflı, egemenlikli sistemlerin erkek egemenliği ile özdeşleşmesi gibi, eşitlikçi toplumlarda kadın kültürü, kadın cins özellikleri ile örtüşen toplumsal bir sistemdi. Bu nedenle, eşitlikçi toplumların, her türlü egemenlik ve eşitsizliğin dışında olan (ilkel komünal) sistemini, bu nesnel gerçekliğe denk düşen kavram ve tanımlarla açıklamak, daha objektif ve bu nedenle de aydınlatıcı olacaktır. “Anaerkil toplum” gibi, erkek söylemi içinde oluşturulmuş kavram yerine Anayanli eşitlikçi toplum, olarak tanımlamanın, ilk toplulukların gerçeğe denk düşen tanımı olduğunu düşünüyoruz.
Anayanli toplumların varlığını inkara kadar götüren sübjektif yorumlardan birisinin de, “erkek kardeş erki”ne dayandırıldığından söz etmiştik. Bu sava göre, erkek kardeşlerin belirgin rolü, ataerkilliğe işarettir. Oysa, ilk toplulukta, tüm erkeklerin durumu, toplumsal konumu soya göre belirleniyordu. Soy ise henüz varlığı bile bilinmeyen babaya göre değil, anaya göre hesaplanıyordu. Tek başına bu durum dahi erkeğin değil, kadının belirleyici olmasını koşullayan bir faktördür. Diğer yandan; bu erkek kardeşlerin esas görevi, yetkileri oldukça sınırlı olan şeflik veya reislik yapmaktı. Ve bu şeflerin, kadınlar tarafından seçildiğini, kadın kurullarınca onaylandığını, yine görevleri konusunda kadınlara karşı sorumlu olduklarını önceki bölümlerde göstermiştik. Kadınlar karşısında bugünün ataerkil kardeşlerinin tutumuna benzer hiçbir edimleri olmayan, olması için koşulu bulunmayan erkek kardeşlerin, bu yanıyla “ataerkilliğe işaret etmesi olanaksızdı. Şunu kabul edebiliriz; geçiş döneminde, erkek kardeşlerin toplumsal görevleri ataerkilliğe geçişte bir basamak olmuş olabilir. Ancak bunun gerçekleşmesi için, önce analık hukukunu yıkan diğer faktörlerin de ortaya çıkması gerekiyordu. Bu nedenle, analık hukukunun varlığı koşullarında, toplumun tüm erkekleri gibi; “erkek kardeş”ler de kadının topluluktaki konumunun koruyucusu ve komünal kardeşliğin üyesi durumundaydı. Bu durumda, “kardeş erki” yorumu için de, ataerkil söylem içinde geliştirilen bir tarih yorumudur demek, yerinde olacaktır.
Yazının devamı için buraya tıklayınız.
Kaynakça:
Engels, “Ailenin Devletin Özel Mülkiyetin Kökeni”
Evelyn Reed,”Kadının Evrimi”
Cemal Bali Akal, “iktidarın Üç Yüzü”
Kate Millet, “Cinsel Politika”
(*) Totem ve tabu: Yabanıl toplumlarda, ilk yasaklar yiyecek ve kandaşla cinsel birleşme yasağıydı. Yiyecek yasağının esası yamyamlığı önlemeye dönüktü. Kandaşla cinsel birleşme yasağının nedenleri üzerine farklı teoriler olmakla birlikte E. Reed, kandaşla cinsel birleşme yasağını da yiyecek ya-sağındaki mantığa bağlar.
(**) Kadının erkek egemenliğine neden ve nasıl olup da boyun eğdiği, analık hukukunun yıkılışı karşısında direnç gösterip göstermediği sorusunun incelenmesinin işlediğimiz konu açısından önemli olduğunu belirtelim. Ancak, başlı başına ele alınarak incelenmelidir.
Kaynak: http://sosya.wordpress.com/2012/07/05/anayanli-esitlikci-toplumdan-ataerkil-sınıflı-toplumlara/