Tarih

Aydınlanma Düşüncesi Üzerine – Bölüm 1

Aydınlanma Düşüncesi Üzerine

Taner Beyter

Bölüm 1

“de omnibus dubitandum”
(Her şeyden şüphe edilecektir)

Aydınlanma Çağı örneklerinden Voltaire'in "la lettura della tragedia" adlı eserinin Dipinto di Charles Gabriel Lemonnier tarafından sunumu.
Aydınlanma Çağı örneklerinden Voltaire’in “la lettura della tragedia” adlı eserinin Dipinto di Charles Gabriel Lemonnier tarafından sunumu.

Adorno, Habermas, Foucault ve Horkheimer gibi bazı düşünürler günümüzde olanları açıklamak ve yorumlamak için Aydınlanma’yı bir başlangıç olarak kullanırlar. Aydınlanma birçok düşünür için aklını kullanmaya cesaret ettiği için gerçek insanın hayata geldiği çağdır. Önceki dönemlerde var olan insan “kendi başına” ve “kendinde” insan değil, “Tanrı’nın İnsanı” ya da “Metafiziğin İnsanıydı”. Bu bakış açısıyla düşünürsek bir sorunlar zinciri meydana geliyor. Bu sorun aslında Adorno ve Horkheimer’ın 2. Dünya savaşındaki Yahudi Soykırımı karşısında duyumsadıkları şeydi; eğer “Aydınlanma” insanlık tarihi için ilericiyse, neden ileriye doğru değil de “Yahudi Soykırımı”nda olduğu gibi barbarlığa doğru giden deneyimler yaşıyoruz?

Aceleci davranmak istiyoruz; bu sorunun cevabını şimdiden verelim; Aydınlanma çok basit olarak, ilerici ya da salt kendinde iyi bir şey değildir; başka bir yanıyla bir çelişkiler ve kendi içinde uyumsuzluklar yumağı barındıran bir sistematiktir.

Aydınlanma düşüncesi kökensel gerçekliğini, ilk olarak Bacon, Locke, Hume ve Newton gibi isimler sayesinde İngiltere’de bulur. Kendi içinden değil de yabancı etkilerle Leibniz ve Kant ile Almanya’da Aydınlanma’nın sesleri duyulmaya başlamıştır. İngiliz etkisinin bir hayli hissedildiği Fransa’da ise kamusal kaygılarını da beraberinde taşıyan bir düşünce silsilesi Voltaire, d’Alembert, Diderot, Montesquieu ve Helvetius gibi isimlerle ortaya çıkmıştır. Oskar Ewald’ın dediği gibi Aydınlanma, temelini İngiltere’ye, derinleşmesini Almanya’ya, söylemini ve itici gücünü Fransa’ya borçludur. (Ewald, 2010:19)

Aydınlanma düşüncesi, tarihsel olarak kendisinden önceki dönemden büyük bir kopuş ivmesi üzerine şekillenmiştir. Aydınlanma düşünürleri Ortaçağ’ın “erekselciliği” yerine “neden-sonuç ilişkisini” öncelemek istiyorlardı. İçlerinde “objektif yasallık ideali” barındıran bu düşünürler, nesnel bilgiye ulaşmak için matematik gibi disiplinlere ayrıca önem veriyor, giderek artan bir Naturalizm akımına katılıyorlardı. İster istemez bu çabalar bir dizi çelişki ve sorunu da beraberinde getiriyordu. Aydınlanma’nın temel çelişkisi, Kant’ta kendini gösterir; “aklın sınırsız kullanımının Aydınlanma’nın uygulamaya konması için gereken otoriteyi sarsması kaçınılmaz değil mi?”

Var olan otoriteyi yıkmak ve yerine aklın otoritesini koymak, aklın sınırsız kullanımı ve sonsuz yelpazesiyle nasıl mümkün olabilir? Tüm putları kıran bir put kırıcı olarak Akıl, kendini nasıl bir put yapabilirdi? Şimdiden Nietzsche ve Postmodernizm kokusu aldığınız için burun kıvırıyorsanız biraz bekleyin, bu denklemdeki aklın bir put olması söylemine biz de katılmıyoruz. Asıl sorun da tam olarak burada yatıyor; bir çok Aydınlanma düşünürü, Aydınlanma’nın özünü Akıl’da görürken, Akıl dendiğinde her biri farklı şey anlıyorlardı. Kimisi tanrısal düzene varıyor, kimisi doğanın içkin hakikatine ulaşma yöntemi olarak görüyordu aklı. Biz Aydınlanma’nın temel ilkesi olan akıl hakkında, Aydınlanma ile ilişkisini düşünerek şunu rahatlıkla öne sürebiliriz; kuramsal akıl artık kısmen bile olsa dinle çevrelenmemiştir, ama topyekün dinden de bağımsız hale gelmemiştir.

Aydınlanma’daki bu “dinden kısmen bağımsızlaşma” ülkemizde yanlış algılanıp dinden kopuş olarak gösterilmektedir. Evet bazı konularda hemfikiriz Aydınlanma’nın temelinden sarstığı şeyler vardır; 18.yy Avrupası’nın en yaygın yönetim şekli olan monarşiyi temelinden sarstığı çok açıktır mesela. Ama dini topyekün sarstığı iddia edilemez, ancak etkisinin kamusal alanda daraltıldığı bir gerçektir; monarşilerin sarsıldığı aynı süreç içinde bu monarşi biçiminin kendini meşrulaştırma aracı olan dini saray törenleri de giderek etkisini yitirmeye başlar örneğin. Fransa’da XVI. Louis, Avusturya’da II. Joseph ve Prusya’da Frederik gibi çağını etkileyen ünlü hükümdarlar, bu dini törenlerden çoktan vazgeçmişlerdi. Öyle ki, Avusturya kralı II. Joseph, kendini Tanrı’nın elçisi olmaktan çok, bilgi toplayan bir bürokrat olarak tanımlıyordu. (Outram, 2007:63)
voltaire

Resim 1: Aydınlanma’nın en ateşli sözcülerinden Voltaire (1694 – 1778)

G. W. Friedrich Hegel şöyle demiştir: “Tüm önyargılardan ve batıl itikatlardan kurtulduğumuzda bir soru gündeme geliyor: Şimdi ne olacak? Bu ön yargı ve batıl itikatların yerine Aydınlanma’nın yaydığı gerçek nedir?” Hegel biraz önce bahsettiğimiz put kırıcı/put diyalektiğine gönderme yapıyor, sorunun varlığı çok aşikar. Aydınlanma sorunsuz, kullanılabilir ve uygulanabilir bir tanrısal reçete olmadı hiçbir zaman. Söyledik ya; Aydınlanma kendi içinde bir dizi çelişki ve sorun barındırıyor. 18. yy’da kadın hakları hakkında ilk metinlerin yazarlarından biri olan ve kadınların köleler gibi sömürüldüklerini ifade eden Mary Wollstonecraft’ın aksine, ünlü Fransız Aydınlanmacı Rousseau’ya göre, “Kadının fiziksel özellikleri onun aklıyla değil duygularıyla hareket etmesine neden olur, kadının biyolojisi onun sadece erkeğin yardımcısı olmasına uygundur; kadın üreme fonksiyonunun egemenliği altındadır.”

Yine Georges-Louis Buffon’un tam aksi bir şekilde İskoç Aydınlanması’ndan Hume’a göre ise; zenciler ve beyazlar ayrı insan türleriydi, zencilerin yapıları itibariyle beyazlara kölelik yapmaları kendi iyilikleri için en iyi olandır. Hume bu görüşüyle kölelik konusunda Rousseau ile de tam zıt bir konumda bulunmaktadır. İfade etmek istediğimiz Aydınlanma düşüncesinin en etkileyici düşünürlerinin bile bir çok konu hakkında hemfikir olmadığıdır; öyle ki Aydınlanma’nın ne olduğu konusunda bile birbirlerinden çok farklı düşünüyorlardı. Aydınlanma, Herakleitosçu anlamda bir karşıtlıklar bütünüydü; onu en bilindik tanımı olan dine ve dinin kötücül otoritesine karşı aklın savunusu olarak tanımlamak bile şüphe barındırabilir, durum göründüğünden çok daha karmaşıktır. Hatta öyle ki; kölelik karşıtı protestoları ilk gerçekleştirenler Aydınlanma yanlısı kitleler değil, düzen karşıtı kiliselerdi!

İşte tam bu yüzden, yani henüz çelişkilerin aşılmamış ve sorunların çözülmemiş olmasından ve birçok sorunun hala cevapsız kalmasından dolayı Hegel de Kant gibi Aydınlanma’yı tamamlanmamış bir proje olarak görür ama ondan farklı olarak Reformasyon’un devamı olarak da tanımlar. Bu tamamlanmamış olma halinin sebebi, kendi içinde bir bütün ve uyum oluşturmuyor oluşudur. Bunun en güzel örneği din ve Tanrı konusunda kendini göstermektedir. Özellikle Britanya ve Fransa’da güçlü olan deizm gibi dini hareketler insanın, “onun” var olduğu gerçeği dışında Yaratıcı hakkında herhangi bir bilgi edinemeyeceğini söylüyordu. Voltaire tüm örgütlü dinlere savaş açarken, Baron d’Holbach gibi düşünürler ise dinin terk edilmesi ve doğaya dönülmesini öneriyordu. Aydınlanma dönemi iktisat düşünürlerinden Adam Smith ise dindeki ruh kurtuluşu yerine bireysel çıkarın önemine vurgu yapıyordu.

Modern dönemin ünlü düşünürlerinden Habermas’ın Aydınlanma düşüncesi ve Akıl ile ilgili bir benzetmesiyle virgül koyalım yazı dizimize. Habermas benzetmesini şöyle kuruyor: Akıl bir bebek olsun; bu bebeğin kendisi Ortaçağ’da hakkıyla değerlendirilmediği ve ereksel düşünceye hizmet ettirildiği için bir hayli kirlenmiş, pislenmiş durumda. Aydınlanma dönemi düşünürleri bu bebeği (aklı) temizleme iddiasıyla bir küvete su koydular(modernizm) ve onu yıkamaya ve yıkayarak kurtarmaya çalıştılar. 

Günümüzde toplumlara baktığımızda, bu bebeği yıkamak isterken boğmuş olabilirler mi? Bu kurtarılmak istenen ve “iyiliğe” hizmet edeceği söylenen akıl, günümüzde en geniş anlamıyla nelere hizmet etmektedir?

Kaynakça:

-Çiğdem, Ahmet (2015), Aydınlanma Düşüncesi, İletişim Yayıncılık, İstanbul.

-Ewald, Oskar (2010), Fransız Aydınlanması, Çev.Gürsel Aytaç, Doğu Batı Yayınevi Ankara.

-Outram, Dorinda (2007), Aydınlanma, Dost Kitabevi, Ankara.

-Weber, Alfred (2012), History of Philosophy, BiblioLife Reprodictipon Series.

Yazının devamı ve sonraki bölümler için linki ziyaret ediniz…

Aydınlanma Düşüncesi Üzerine – Bölüm 2


Dünyalılar (www.dunyalilar.org)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu