Tarih

İhtiyacımız Olan Felsefe

En çok söylediği iki şeyden biri, “Benim tek bildiğim, bir şey bilmediğimi bilmektedir”; öteki de, “Kendini tanı” sözüymüş. Gençliğin ahlakını bozuyor diye 275’e karşı 281 oyla ölüme mahkum edildiğinde de kendini kurtarmak için ne düşüncelerinden kısıntı yapmış, ne de kaçabileceği halde kaçmış; dostları arasında baldıran zehrini, şarap içer gibi içmiş!

Peki Sokrates neden idam edildi?B821056219Z.1_20160131223642_000+GNKN0634.5Platon’un ağzından şu sözler dökülmüştü;

Sokrates: “Gel bakalım ahbap, dedi; bu işleri en iyi bilen sensin, söyle bana yapacağımı”. “Kolay dedi adam, içtikten sonra odanın içinde dolaşırsın, bacaklarında bir ağırlık duyunca uzanırsın, zehir de yapacağını yapar”. Bu söz üzerine tası uzattı. Sokrates tası aldı ve inanır mısınız Ekhekrates? Ne kılı kıpırdadı, ne rengi attı, ne bir şey. Her zamanki boğa bakışını, alttan alttan adama çevirerek; “Ne dersin? dedi, bu içkiden Tanrı için biraz dökmeye izin var mı? Yok mu?”. “Sokrates, dedi adam, zehri tam yetecek kadar eziyorum”. “Anlıyorum, dedi Sokrates, ama heralde Tanrılara dua etmeye izin vardır; öteye gidişim kolay olsun diye; dilerim öyle olsun”. Bunu söyler söylemez hiç yüzünü buruşturmadan tası şarap içer gibi dibine kadar dikti.

Platon’un, ölümünden sonra Sokrates’in sözlerinden yola çıkarak yazmış olduğu Devlet, 2.400 yıl öncesinden, insanlık adı altında toplanan değerlerin kaynaklarından biridir. Doğuda ve Batıda Hıristiyanlık ve Müslümanlıktan önce kutsal değilse bile, en önemli kitap olarak “Devlet” kabul edilmektedir. İlk Hıristiyan ve Müslüman aydınları kendi din felsefelerini bu kitabın yorumları üstüne kurmuşlar, tek Tanrı kavramı, J.J. Rousseau’nun devlet ve eğitim alanındaki düşünceleri, bugüne kadar ortaya atılmış devlet kuramlarının Devlet’te ipuçları olduğu, hatta kaynak teşkil ettiği düşünülebilir. Decartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözü, Sokrates’in ünlü mağara benzetmesinde ifade edildiği gibi, Platon’un Devlet’te düşünülen, kavranan dünyayı, görünülen dünyadan daha gerçek sayarken söylediklerinin bir özeti gibidir.

Bu kitabın yeterince kişi ya da toplum tarafından okunmadığı, hakettiği değeri bulamadığı bir gerçektir. Ancak başka bir bakış açısı da şunu rahatlıkla söyleyebilir ki : “Felsefeyi ayağa düşürmek korkusuyla halkın ulaşamayacağı raflara da konulmuş olabilir!”.

Sebebi her ne olursa olsun günümüz modern devlet anayasalarının ve bilinen kutsal kitapların kaynağı niteliğindeki, binlerce yıl öncesinde yazılmış bu kitabın üzerideki tozun silinmesi gerektiği inancındayım. Halk ile kitap arasına konulan bu mesafenin açıklamasını şu sözlerle ifade etmek doğru olacaktır.

Arapça kökenli adalet ve adil sözcükleri bizim dilimizde bu kelimelerin anlamlarını aşan bir mertebeye konulmuş, adalet kavramı Tanrı katına layık bir kelime olarak görüldüğü için, “Adaletin kılıcı keskin sözü”, zaman içinde gücü elinde bulunduranın adaletten sorumlu olan kişi sayılması gibi bir yanılsamaya sebep olmuştur. Kılıcı elinde tutan her kimse, adalet sağlayan ya da adil olan kişi odur gibi algınlanmıştır. Kılıcı elinde bulunduran belli olduğuna göre, halka da kesilmesi için boynunu uzatmaktan başka çare kalmamış oluyor bu durumda! ihtiyacimiz-olan-felsefe

Sokrates ise, ” Toplum” için “Adalet ve Adil Koruyucu” arayışı sırasında bu kelimelerin yerine, “doğru ve eğri ” kelimelerini kullanarak sorular soruyor. Platon Devlet’i yazarken Sokrates’in adalet ve adil olan arayışını sözcüklere dökmek istemiş ancak bunu yaparken “doğru ve eğri” kavramlarını kullanmıştır. Sokrates bir delinin eline silah vermek doğru mudur? diyor. Bu sözün yerine “adil” sözünü koyunca uygun düşmüyor. Deliye silah vermek neden doğru değildir, diye başlayan düşünce, doğruluğun herkese en iyi yapacağı işi vermek olduğu sonucuna varıyor. Böylece Platon, doğruluktan ne anladığını halkın diline dayanarak anlatıyor, Devlet’te herkesin “doğru” diyeceği bir şey, bir ortak kavram oluşuyor.

Sokrates, M.Ö. 468 yılında doğmuş ve 400 yılında ölmüş. Bütün ömrü Atina’da geçmiş. Babası heykel ustası, annesi ebeymiş. Erkenden dökülmüş saçları, yuvarlak yüzü, irice burnuyla kaba görünüşlü, filozoftan çok hamala benzeyen bir adammış. Gelişigüzel giyinir, yaşar, kendi evinden çok başkalarının evinde yer içer, karısına çocuklarına boş verir, her gün etrafını saran gençlerle şurada burada çene çalarmış. Konuşmalarında asıl güttüğü amaç, herkesi bildiği, inandığı şeyden şüphe ettirmekmiş.

En çok söylediği iki şeyden biri, “Benim tek bildiğim, bir şey bilmediğimi bilmektedir”; öteki de, “Kendini tanı” sözüymüş. Gençliğin ahlakını bozuyor diye 275’e karşı 281 oyla ölüme mahkum edildiğinde de kendini kurtarmak için ne düşüncelerinden kısıntı yapmış, ne de kaçabileceği halde kaçmış; dostları arasında baldıran zehrini, şarap içer gibi içmiş!

Peki Sokrates neden idam edildi?

Sokrates’in doğumundan önce Atina ile Sparta ordularının İran ordusuna karşı kazandıkları zaferler ile deniz ve kara ticaretinde gelişmeler olmuş, Atina dünyaya açılmıştır. Atina’da bir yandan eski inanışları yıpratan, bir yandan da yeni bilgiler edinmeye çalışan ve sonunda filozof adını alan birtakım aydınlar türemeye başladı. Bunların bir kısmı Thales ve Herakleitos gibi Anadolu filozoflarının ardından giderek insanın yaşadığı dünyayı, havayı, suyu, ateşi, toprağı, yani fizik gerçeği aydınlatmaya çalışıyorlar; bir kısmı da akıllarını, yalnız bütün inanışları çürütmekte, her şeyin püf noktasını bulmakta kullanıyorlardı. Birinciler için önemli olan insan dışı gerçekler, ikinciler içinse daha çok insan içi gerçeklerdi. Fizikçiler insanla ilgili soruları küçümsüyor, sofistlerse, hiçbir sonuca varmaksızın da olsa, yalnız insan ile ilgili soruları ele alıyorlardı.

Sokrates, sofistlerle birlikte demek istiyor ki; insanın hayatı evrenin varlığından daha önemlidir; asıl bilgi evreni değil, insanı bilmektir. Tanrılar evreni yönetedursun, insan kendi hayatını yönetmelidir, iyiyle kötüyle, doğruyla eğriyi ayırt etmesini öğrenip hem kendini, hem başkalarını düzeltmelidir. Bütün bilimlerin amacı insanların daha iyi insan olmalarını sağlamaktır. Sokrates böylece felsefeyi tabiattan çok insana, fizikten çok ahlaka bağlamış, filozofu ister istemez dünya işlerine, politikaya, günlük hayata karıştırmıştır. O kadar ki, düşüncelerinden çıkan sonuca göre, ya devlet adamının filozof, ya da filozofun devlet adamı olması gerekiyordu.

Atina’da demokrasi ile felsefenin sarmaş dolaş olduğu yıllarda sofistler arasında iki düşünce çatışıyordu. Bunlardan birine göre insanlar doğuştan iyi ve eşittirler; toplumun kötü düzeni onları bozuyor , güçlüler güçsüzleri eziyor, kanunlar güçlülerin elinde güçsüzlere karşı bir silah oluyor. Diğer düşünceye göre ise insanlar doğuştan ne iyi ne de eşittir. Yalnız güçlüler ve güçsüzler vardır, güçlünün güçsüzü ezmesi tabiat gereğidir ve doğrudur, insan haklı olmaya değil kuvvetli olmaya bakmalıdır. Bu düşüncelerin biri halkları diğeri zenginleri ve aristokratları destekliyordu. Sokrates, devletin başına en akıllıların gelmesini istiyor, nerede olursa olsun sadece akla uygun olanı arıyordu. Sokrates aklının dikine gittikçe düşmanları artıyordu. 400,000 Atinalının 250.000’i hiçbir siyasi hakkı olmayan kölelerdi. Kalan 150.000 yurttaştan da küçük bir azınlık meclise girebiliyordu. Şu ya da bu bilgisi ile değil bir çeşit kura ile seçiliyordu. Sokrates’in amacı bilgili kişilerin , aklın önderliğinde ülkeyi yönetmesiydi. Meclise hakim olan bu azınlık, “Sokrates de çok oluyor, ne Tanrı’ya ne atalara, ne devlete saygısı var” diyerek, herkesi, her şeyi eleştirdiği, akla başvurup düşünceleri çürüttüğü, gençleri inançlarında şüpheye düşürdüğü için idamını istediler.

Açık olan şudur ki! Sokrates, başkaldırmaya katıldığı, başkalarını başkaldırmaya zorladığı için değil; serbest düşündüğü, eski düzenin temellerini sarstığı için ölüme mahkum olmuştu.

Platon bütün ömrünü, Sokrates’i öldürmeyecek, tersine onu ve onun gibileri baş tacı edecek bir toplumun, bir devletin nasıl kurulabileceğini düşünmekle geçirmiştir. İlk işi Sokrates’i öldürten demokrasiden uzaklaşıp dünyayı dolaşmak oluyor. Nerelere gittiği pek bilinmiyor: Mısır’a, İtalya’ya, Anadolu’ya, Hindistan’a gittiği ileri sürülüyor. On iki yıl ortadan kaybolduğu tahmin ediliyor. Atina’ya geri döndüğünde ortamı filozoflara bırakmak istemeyen başka hükümdarlarla karşılaşıyor. Ne Yunanistan’da, ne de belki hiçbir yerde gerçekleşmeyeceğini düşündüğü en iyi devleti Sokrates’le birlikte bir kitapta kuruyor. En iyi devletlerin bir ütopya olduğunu biliyor elbette ama kurulsun ya da kurulmasın, herkesin böyle bir devlete, yani en doğruya yönelmekle kurtulacağına inanıyordu.

Seyhan Başkaya

Kaynak: Platon ( Eflatun ) Devlet

Çevirenler: Sabahattin Eyuboğlu-M. Ali Cimcoz

Dünyalılar (www.dunyalilar.org) 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu