Ölümsüzleşen iki kadının öyküsü: Nefertiti ve Evita
Antik Mısır’ın sıcak ikliminde insanlar en çok ölümden sonrası için yaşıyordu. İnanç sisteminin belkemiği tamamen ölüm sonrası yaşamın ayrıntıları üzerine kuruluydu. Ölüm dehşet verici bir serüvenin başlangıcıydı: Yeraltının dehşet salan yaratıklarıyla kıyasıya mücadele gerektiren zorlu bir yolculuk. Bu yolculuğun en önemli ve mutlak kılavuzuysa Ölüler Kitabı’ydı. Ölüler Kitabı, ölüye yolunu göstermek, mücadelesinde doğru hamlelerde bulunmasını sağlamak üzere bir takım metinlerden ve güçlü büyülerden oluşmaktaydı.
Yaşamın sona ermesinden itibaren ölen kişinin bedenin muhafaza edilmesi gerekliliği doğmuştu. Bu suretle mumyalama geliştirildi. Mumyacılık gerçek ve kutsal bir meslekti. En hünerli mumyacılar kraliyetin emrinde çalışırlar, bedeni en uzun süre bozulmayacak şekilde tahnit etmenin yollarını bilirlerdi. Mumyalanmış bir kraliyet bedenine gösterilen ihtimam yaşayan bir kraliyet üyesine gösterilenden hiç de az değildi. Bunun nedeni Ölüler Kitabı’nın en korkunç kehanetinde gizliydi. Bir mumyanın zarar görmesi demek onun tanrı katında tanınmaması demekti. Tanrıların tanıyamadığı bir mumya, ölüler ve canlılar dünyası arasında ebediyen tutsak kalmaya mahkumdu…
Nefertiti…
1912’nin sonlarına doğru Alman arkeologlar, kısa sürede şöhreti dünyaya yayılacak ve Mısır sanatının sembolü haline gelecek bir kadın büstü buldular. Firavun Akhenaton’un* baş heykeltıraşı Thutmosis’in (Thutmose) atölyesinde yapılan kazı çalışmaları sırasında bulunan bu büst Firavun Akhenaton’un karısı Nefertiti’ye aitti.
Nefertiti haremde büyümüş ve çok küçük yaşta kraliyete gelin olarak seçilmişti. İyi bir eğitim alması sağlandı, sıradan bir kadından çok üstleneceği role göre biçimlendiriliyordu. Adı ‘güzelden gelen’ anlamındaydı ve kendisi de adına yakışır bir güzellik sergiliyordu. Çocukluk çağlarında Akhenaton’la evlendi. Akhenaton’un ağabeyinin ani ölümü sonrası kocasıyla birlikte tahta geçti. Genç firavun ve karısı, kısa sürede üzerlerinde ciddi baskı oluşturan ve sınırsız istekleriyle hazineyi eriten Amon** mezhebinden ve tutucu, bütün toplumu etkileri altında tutan rahiplerinden kurtulmak üzere inanılmaz bir plan yaptı. Akhenaton ve Nefertiti yeni bir din yarattı. Bu sistemde Aton tek tanrıydı. Ancak dinin baş rahibi Akhenaton baş rahibesi de Nefertiti’ydi. İnananlar onlara yakarır; onlar da Aton’un sadık hizmetkarları olarak halkın dualarını yeni tanrılarına iletirlerdi. Kısa süre içinde Amon tapınakları yağmalandı, rahiplerin birçoğu kovuldu. Teb’deki başkent yeni tanrıya tapınması daha uygun bir coğrafya sunduğu gerekçesiyle Amarna’ya taşındı. Bu tam bir çılgınlıktı ama aç kalmamanın yolu da kraliyet ailesinden geçiyordu. Amarna’da yeni kent imar edilecekti. Yeni tapınakların inşası için ülkenin dört tarafından taş ustaları, sanatçılar, zanaatkarlar Amarna’da toplanmıştı. Çölün çorak Amarna’sı kısa sürede görenleri büyüleyecek kadar gelişmişti.
Nefertiti ve Firavun ciddi bir propaganda yürütüyordu. Altı kızları ile birlikte ‘sıcak aile’ pozları içinde gösterildikleri anlar taşa kazınıp halkın görmesi sağlanıyordu. Bütün ayinlerde ve gösterilerde çift hep birlikteydi. Zaman zaman Nefertiti’nin, Firavun’un bazı görevlerini yerine getirdiği de oluyordu. Herkese meydan okuyordu. Örneğin kendi yarış arabasını sürüyor ve kocasıyla yarışmaktan çekinmiyordu; bu bir hakaretti. Mısır kaynıyordu. Firavun ve Nefertiti geniş kitlelerce hain ve dinsiz olarak görülüyordu. Akhenaton’un ordusunun bir kısmı kendisi ve ailesini koruyor diğer kısmı ise iç karışıklıkları bastırmaya çalışıyordu. Sınırlar güvenlikten yoksun kalmıştı. Birçok konuda karısıyla işbirliği içinde olsa da askeri yönden bildiğini okuyan Akhenaton krizi yönetememiş, işler büsbütün çıkmaza girmişti.
Bu arada Nefertiti için sarayda da işler sarpa sarmaya başlamıştı. Akhenaton’un gözdesi Prenses Kia bir erkek varis doğurdu. Altı kıza karşılık bir erkek Kia’nın pozisyonunu her an değiştirebilirdi. Fakat çok ilginç ve tarihçiler tarafından tanımlanamayan bir şey oldu. Kia, Firavun Tutankhamon’un annesi doğumdan bir yıl sonra tarih sahnesinden silindi. Kayıtlarda adı geçmez oldu. Herkes Kia’nın belirsiz akıbetini, Nefertiti tarafından yapılmış hain ve muhtemelen son derece hunharca bir planda saklı kaldığına hükmetti!
Bütün bunlar yaşanırken öldürücü bir salgın Mısır’ı teslim aldı. Hastalık için ne kadar önlem alınmaya çalışılsa da saraya kadar sirayet etmeyi başardı. Nefertiti’nin altı kızından biri bu salgında can verdi. İlerleyen süreçte daha ilginç bir şey gerçekleşti. Akhenaton’un hüküm sürdüğü 14. yılda Nefertiti bir anda, herhangi bir açıklama olmaksızın kayıtlarda kayboldu. Tıpkı Kia gibi ismine rastlanmaz oldu. Buna karşılık o ana kadar adı hiç geçmeyen bir erkek Smenkhare ismiyle Akhenaton’un yanında yer aldı ve ölümünden sonra bir yıl boyunca tahta oturdu.
Firavun olarak Nefertiti…
Birçok uzmana göre Smenkhare, Nefertiti’nin diğer isimlerinden biridir. Bu kimlikle kocasının ölümünden sonra ülkeyi yönetmiştir. Akhenaton’un mezar lahtindeki kabartması ve başka bir takım kanıtlarla Nefertiti’nin kocasından önce ölmediği varsayılmaktadır. Hatta Akhenaton öldükten sonra üvey oğlu Tutankhamun ile kızı Ankhesenamen’i evlendirmiş ve böylece ailesini korumaya almıştır. Kendisine karşı olan tehditler artınca eşinin mumyasını alıp Teb’e götürdüğü ve orada Amon mezhebine göre yeniden cenaze töreni yapıldığı sanılmaktadır.
Kraliçenin lanetli mumyası…
Nefertiti bunca geri adıma rağmen kendisine diş bileyenlerden kurtulamaz. Birçoklarına göre o hala kafir, hain, ihtirasları ve iktidar arzusuyla hareket eden bir kadındır. Yüzyıllar geçse de bu lanet peşini bırakmaz.
Mısır’ın en ünlü kraliçesi Nefertiti’nin mezarı yıllarca bir muammayı oluşturmuş ve hakkında binlerce lanet hikayesi uydurulmuştur. Bir yüzyıl kadar önce Krallar Vadisi’nde bulunan isimsiz üç mezardan birinin Nefertiti’ye ait olduğu gündeme gelmişse de bu yakın zamana kadar araştırılmamıştır. Birkaç yıl önce İngiliz Mısırbilimci Dr Joann Fletcher bu tezin peşine düşmüş ve mezara girmeyi başarmıştır.
Yapılan incelemelerde bir kolu kesik (ya da kırık)olan mumyanın, henüz yaşarken gövdesinin sağ tarafına kesici aletle açılan bir yara sonucu öldüğü sonucuna varılmıştır. 30 yaşlarında bir kadına*** ait olan mumyanın sol kulağında çift küpe deliği görülmekte. Firavun dönemi Mısır’ın da Nefertiti bu şekilde kulak deldirmiş tek kadın olarak biliniyor. Mumya, özenle tahnit edilip mezarına yerleştirildikten kısa süre sonra mezar soyguncularının hedefi olmuş. Soyguncular kendilerinden beklendiği gibi mezardaki ve mumyadaki değerli mücevherleri ve eşyaları alıyor. Bunlar mumyanın mevkisi, gücü, cinsiyeti gibi özellikleri yansıtan alametler.
Ancak hırsızlar bir mumya için en kötü kehaneti gerçekleştiriyor. Mumyayı tahrip ediyorlar. İşlem o kadar kasti ki yüz ve özellikle ağız başlıca hedef seçilmiş. Başındaki peruk bile lime lime edilmiş. Ciddi bir öfke duyulan mumyaya en büyük kötülük yapılmış. Mumya hem canlılar aleminde hem de ölüler diyarında kimliksiz bırakılmış. Ruhun sonsuzluğa giden yolculuğu yarım kalıyor. İnanışa göre artık adını söyleyemeyecek ve tanrılar onu tanıyamayacak. İki dünya arasında kalmış bir ruh olarak sonsuza asla erişemeyecek…
Eva …
Nefertiti’den binlerce yıl sonra bambaşka bir coğrafyada doğan Eva Duarte, gerçek bir trajedi içinde hayata başlamıştı. 7 Mayıs 1919’da Los Toldos’da evlilik dışı bir bebek olarak dünyaya geldi. Ailesi fakirdi, başkasıyla evli olan babası Eva’yı ve annesi Juana’yı terk etti. Anne kız daha da beter sıkıntıya düştü. Gayrimeşru bir çocuk olarak çevresindekilerin aşağılayıcı tavırlarıyla baş etmek zorunda kaldı. Hayatı hiç de çekilir değildi.
Dışlanmaktan ve yoksulluktan yılgındı. İçinde bulunduğu çaresizlikle evden kaçtı. On beş yaşında bir çocuk, ünlü olmak, zengin olmak, saygın biri olmak için Buenos Aires yollarına düştü. Hemen iş bulamadı, parasız kaldı hatta aç kaldığı zamanlar oldu. Sonra çok da para kazanamadığı radyo işine girdi. Kazandığı para yetmeyince kabarelerde küçük roller üstlendi.
Arjantin’in Evita’sı…
1943’ün sonlarında hayatını değiştirecek ve onu sefaletten kurtaracak adamla tanıştı: Albay Juan Domingo Perón. Çalışma bakanlığında görevli albay çok çekici bir erkek olmamasına karşın Eva onun ilgisini çekebileceğinin ilk andan itibaren farkındaydı. Bu Eva için bir gönül meselesinden ziyade bir gereklilikti. Juan da bu genç sarışının niyetinin ne olduğunu şüphesiz kavramıştı. Kendisi de Eva’nın girişken doğasından siyasi olarak yararlanabileceği düşüncesini taşıyordu. Yani romantik bir temas yerine tutarlı bir çıkar ilişkisi içindeydiler. İkisi de bunun bilincinde ve bundan kesinlikle rahatsız değildi. Yine de Juan’ın çevresindeki insanlar için Eva, basit bir şarkıcıydı ve nasıl olsa çapkın mizacı gereği albay bir süre sonra bu kızı da kovalayacaktı. Evde ise durum farklıydı: Eva’nın günden güne Juan üzerindeki kontrolünü artıyordu. Herkes yanılmıştı Eva çetin cevizdi, onu alt etmek mümkün olmayacaktı.
İkinci sınıf şarkıcı, 17 Ekim 1945’de popülaritesi hızla artan adamın karısı oluvermişti. Aslında çift aradan geçen birkaç yıl içinde yine de birbirine tutkuyla aşık olmamıştı. Juan başkan olmak istiyordu. Öncelikle ‘kadın düşkünü’ imajından kurtulmalıydı. Bu da kitlelerin gözünde ancak evlilik bağı ile mümkün olabilirdi. Eş olarak Eva’dan daha iyisini bulamayacağını biliyordu. Hazır cevaplılığı, pratik zekası ve doğal tavırlarıyla başkan olması için canla başla uğraşacaktı. Bu kadarı Juan için yeterliydi. Eva’ya gelince saygın bir isme sahip olmuştu. Juan’ın başkan olması Eva’nın kendisi için yaptığı planlarıyla da örtüşüyordu.
Zengin, şöhretli ve saygı gören biri olmak için ‘Bayan Perón’ olması gerekiyorsa, bunda bir mahzur yoktu! Yine de evliliğin ilk yılları oldukça romantik jestlerle geçmişti. Karşılıklı mektuplar, hasret kokan vedalar, uzaklardan yollanan fotoğraflarla iyi kötü bir ahenk yakalanmıştı.
Eva başkan seçilen kocasının iktidarını sağlamlaştırmak için elinden geleni yapıyordu. Zaman içinde etkileyici bir konuşmacı ve her hadisenin baş aktörü olmayı başarmıştı. Kendisinin öncülüğünde kurulan ve aktif olarak çalıştığı Eva Perón Vakfı ile yoksul halkın azizesi oldu. Hastalık, evsizlik, kimsesizlik her derde deva olmaya gayret ediyor bu arada şaşalı yaşantısı ivme kazanarak gelişiyordu. Juan’la evliliğin ilk zamanlarında kendini gösteren aşk gemileri artık ufukta kaybolmak üzereydi. Herkesin kendi işi gücü, odaklanması gereken bir sorumluluğu vardı. Durum bundan ibaretti!
Azimle işine sarılan Eva’nın sağlığı hızla bozuluyordu. Işıldayan teni onu terk etmiş, gözlerinin feri sönmüştü. Nihayetinde bayıldığı bir gün hastanede Juan acı gerçekle baş başa kalmıştı. İlk karısı gibi Eva’da rahim kanserine yakalanmıştı. Eva tamamen takatsiz kalıp yatağa düşene kadar hastalığı kendisinden sakladı. Dünyanın her yerinden uzman hekimlere başvuruldu ama hastanın durumu her geçen gün daha kötüye gidiyordu. Her türlü tedavi yöntemi deneniyordu kemoterapi uygulanan ilk Arjantin vatandaşıydı ama yetmiyordu. Halk onun için gece gündüz dua ediyor, kiliseler dolup taşıyordu. Hatta Eva Perón’a duyulan sevgi uluslararası boyuttaydı. O dönemde İstanbul’da Şişli Camii’nde Eva’nın şifa bulması için mevlit okutulduğu gazetelere yansımıştı!
Ne her dinden dua, ne her milletten doktor Eva Perón’u bu dünyada tutmaya yetmez ve 26 Temmuz 1952 tarihinde talihsiz son gerçekleşir.
Eva Mumyalanıyor…
Juan, Eva’nın öleceği kesinleştiği sırada İspanya’dan Doktor Pedro Ara ile temasa geçmişti. Doktor, mumyacılık konusunda oldukça tanınmış bir isimdi; Arjantin’in Evita’sı sadece böyle işinin ehli birine teslim edilebilirdi. İşini şansa bırakmayan Juan, Eva daha hayattayken mumyası için hazırlıklara başlanması emrini vermişti bile! Ölümün gerçekleşmesinin ardından Eva hemen tahnit işi için hazırlanan odaya götürüldü. Anlaşmaya göre doktor yalnız çalışacak yanında kesinlikle bir yardımcı bulundurmayacaktı. Eva’nın bedeni yabancı gözlerden korunmalıydı ve bunun da tek yolu buydu. Doktor, Eva’nın bedeni üzerinde titizlikle çalıştı ve iki yıla yakın bir sürede mumyalama işini bitirdi. Kimilerine göre Dr. Pedro Ara, mumyalamayı daha erken tamamlamış ancak olası değişiklikleri gözlemlemek üzere süreyi uzatmıştı. Kimilerine göreyse olayın daha duygusal bir boyutu vardı. Doktor daha ilk zamanlardan bu cansız bedene bağlanmıştı ve onunla geçirdiği süreyi uzatmak uğruna zamanı boşa harcıyordu. Hatta doktorun mumya ile ilgili olarak tuttuğu günlüğü bu ‘tuhaf aşka’ kanıt olarak gösterenler bile olmuştu.
Yaşarken efsaneleşen Evita’nın tahnit edilmiş bedeni Juan Perón’un iktidarı süresince güvende kaldı. Evin başköşesinde camla kaplı kurşun muhafazasında vakur bir ifadeyle duruyordu. Önemli davetlerde, yemeklerde, konuklar ağırlanırken hep en görülebilir noktaya konuyordu. Bu sıralarda Juan Perón halkın Evita’ya olan desteğini de arkasına alarak kiliseye baskı yapmaya başladı. Eva halkın gözünde bir kahraman, bir efsane, ulvi bir kişilikti. Kilise bunu resmen tanımalı, Eva’sını resmi olarak azize ilan etmeliydi. Ülkenin önde gelen din adamları bunu reddettiler. Ömrünün bir dönemini hayır işlerine vakfetti diye Eva’yı azize ilan etmek mümkün olamazdı. Juan bir azizenin kocası olamayacağını anlayınca, böyle saçma kararlar veren din adamlarını ülkeden kovdu. Kilise boş durmadı ve Juan’ı aforoz etti. Muhtemelen kamunun geniş kesiminde başkan destekleniyor. Din adamları saçma kararlar veren bağnazlar olarak görülüyordu.
1955’te askeri darbe marifetiyle Juan Perón koltuğunu kaybedince Evita’nın bedeni de bir gizem yumağında kayboldu. Bir anlatıda Juan başına gelecekleri bildiğinden mumyayı saklamıştı. Bir diğerinde yıllarca bir radyo binasında üzeri örtülü ne olduğu bilinmeden öylece durmuştu. Başka bir senaryo darbe sırasında Eva’nın cesedine eziyet edildiğine ilişkindi. Ne olursa olsun iktidar uğruna Evita’nın cansız bedeni kaybolmuştu. Nihayetini 18 Kasım 1974 tarihli Milliyet gazetesinden aktaralım: ‘Eski Arjantin Devlet Başkanı Juan Domingo Perón’un ikinci eşi Eva Perón’un cesedi Arjantin’de esrarengiz şekilde kaybolduktan 19 yıl sonra Buenos Aires’e götürülmüştür.’ Bundan sonrası cansız bir beden için daha normal bir seyir izliyor.
Arjantin’e getirilen Evita, dünyanın en ünlü ve en pahalı mezarlıklarından biri olan Recoleta Mezarlığı’ndaki aile kabristanında yolculuğunu tamamlıyor. Evita bu mezarlıkta kendini öylesine var ediyor ki her yıl mezarlığı ziyaret eden binlerce insan onun mezarına uğramadan, çiçek bırakıp, dilek dilemeden oradan ayrılmıyor.
Eva ölmeden yaklaşık bir yıl kadar önce şu sözleri sarf etmişti: ‘Bir gün tarihin şöyle yazmasını candan istiyorum: General Perón’un yanı başında bir kadın vardı. Bu kadın milletin ümit, arzu ve ihtiyaçlarını generale bildirmeyi iş edinmişti. Halk ona Evita adını vermişti. Bu kadın hakkında bütün bilgimiz bundan ibarettir.’
Evita, bu sözlerle evlilik öncesi dışlanmışlığını hayatından silip attığını gösterse de varlığı sadece bundan ibaret değildi. Juan’ı kitlelere sevdiren kişiydi. Arjantin’in Eva sevgisi o kadar belirgindi ki hakkında filmler çekildi, birçok kitaba konu oldu. Arjantin ölümünün 60. yılında da Eva’yı unutmadı ve ölüm yıldönümünde 100 pesoluk banknotlarda artık onun fotoğrafının yer alacağı duyuruldu. Arjantin’de banknota basılan tek kadın olan Evita ölümünden 60 yıl sonra bir ilki de başarmış oldu.