Hiç kimse ölmek için dans etmez, aşık olmaz, evinden ayrılmazdı. Hiç kimse özgürlük için tutsak olmaz, eşitlik için diktatörlüğü kabul etmezdi.
Kimse bile bile, intiharı prova ede ede 908 kişiyle o toprakları kendine mezar etmezdi. Onlar Jonestown’a yaşamak için gelmişlerdi. Umut için, varlığından yeni haberdar oldukları bebeklerinin geleceği için. Siyah Beyaz ayrımının bitmesi için. Refah ve mutlak eşitlik için inandılar Jim Jones’a.
Kilise ayin korolarına kendi melodileriyle eşlik edebilmek için. Kilise sıralarında dans edebilmek için. Haykıra haykıra sevebilmek için. Jim Jones bunları vaat ediyordu insanlara. Sevmeyi vaat ediyordu. İnsanlar inandılar ona. Umut güzel şeydi. Umut çok ama çok güzeldi.
Jim Jones demişti ki onlara;
Beni arkadaşın olarak görürsen, arkadaşınımdır.
Beni baban olarak görürsen, babanımdır.
Beni Tanrın olarak görürsen, Tanrınımdır.
Ben, senin olmamı istediğin kişiyim.
İnsanların, inançlarından sonra paralarını da emanet ettiği Jim Jones, 1955 yılında kurulan “The People’s Temple of Disciples of Christ” tarikatının kurucusudur. Jim Jones, Birinci Dünya Savaşı Gazisi anne babanın çocuğu olarak, erken yaşlardan itibaren Joseph Stalin, Karl Marx, Mahatma Gandhi ve Adolf Hitler’i okumaya ve her birinin güçlü ve zayıf yanlarını analiz etmeye çalışan bir çocuktu. Fazla arkadaşı yoktu. Fakat onun çocukluğunu bilen insanlar onu “fazla dindar ve ölüme çok takıntılı” olarak tanımlarlardı.
Düşünsenize, lider olmak isteyen, asosyal ve bir o kadarda inançlı bir çocuk… Birçok diktatörün birbirine benzeyen çocukluklarından benzer bir kesit. Yalnız yetişmiş, kendi doğrularını oluşturmuş, kendisine hiç acınmamış bir erkek çocuğu…
Aslında liderlerin biyografilerini okumaya meraklı biri olsak, henüz yeni yeni yükselen bir siyasetçiye oy verip vermemekte tereddütte kaldığımızda; misal, açıp o kişinin çocukluğuna göz atsak, o kişinin ileride nasıl ülkeyi yöneticeğine, ne tür yaptırımlarda bulunacağına dair kayda değer bilgiler olurdu elimizde. Bu çocuk daha sonra 1951 yılında İndiana Komünist Partisinin toplantılarına katılmaya başlıyor. Fakat Jones’a göre, parti Komünizmi yanlış yorumluyor. Jones işte tam olarak bu yüzden ideal komünist ideolojinin din ile birleşmesi gerektiğine karar verip Kiliseye giriyor.
Şimdi hikâyenin kurbanlarına dönelim. Herkes çok neşeli. İnsanların kendilerini adayabilecekleri, güvenebilecekleri bir evleri var artık. “ The People’s Temple of Disciples of Christ” Tarikatı. Tarikatın kurulmasıyla, kilise şeffaf yapısını kaybediyor ve tüm toplantılar müritlere özel yapılmaya başlıyor. Yani mutlulukla şarkı söyleyip dans edebilmen için mürit olman şart bundan sonra. Fakat Amerika merakta… Tarikatı merak ediyor ve araştırmaya başlıyorlar. Tarikat 1977 yılında Guyana’nın ormanlık bir alanına taşınıyor. Jones bu alanı özellikle seçiyor. Zira çocukluğu burada geçtiği için bölgeyi iyi biliyor. Alana Jonestown ismini veriyor. Mutlak adalet ve eşitlik sloganları atan bir lider için biraz fazla narsist bir isim olmasına rağmen, bu kimsenin dikkatini çekmiyor. Alana evler yapılıyor, alanın her tarafına hoparlörler yerleştiriliyor. Herkese iş veriliyor, görev dağılımı yapılıyor. Böylelikle “ Sosyalist Cennet” Jonestown kuruluyor.
Kimsenin Tarikat dışından kimseyle hiçbir iletişiminin olamamasının ardından bir yıl geçiyor. Kuzey Kaliforniya’dan bir inceleme ekibi gönderiliyor. Ekip oraya ulaştığında, on beş kişi buradan ayrılmak istediğini belirtiyor. Bunu öğrenen Jones onları ölümle tehdit ediyor ve onları ertesi gün almaya gelen ekibe ateş açıyor. Kurtarmaya gelen bir kişi ve dört mürit orada hayatını kaybediyor. İşlerin kontrolden çıktığının farkında olan Jones, o günün akşamında siyanürlü içkiler hazırlatıyor. Daha önceden toplu intihar provalarına alışkın olan halk, bu sefer intiharın gerçekleşeceğini öğreniyorlar son dinledikleri vaazda. “Önce çocuklara siyanür enjekte edeceğiz” diyor Jones. “Önce çocuklar…” evet evet “çocuklar…” “Bu ölecek olanlar için büyük bir gösteri, ölümden korkmayın!”. Hayat boyu ölüm takıntısıyla yaşamış bir çocuk için ne büyük sözler bunlar… Yüzlerce mürit inanıyor bu sözlere, inanmayanlar da var elbet. Ama sonları ölümle bitiyor. Kendi evladına siyanür enjekte etmekten daha onurlu bir ölüm yine de kaçarken arkandan vurulmak.Jones kendi tabancasıyla intihar etmişti.
Ona sadık müritleri gibi ölemiyor Jones. Ertesi gün gelen olan inceleme ekibi, kendi silahıyla başından ateş etmiş şekilde buluyor. Kasaba mezarlığa dönüşmüş halde. Yapılan incelemelerde müritlerin günlük ve intihar notlarına rastlanıyor. Aslında çoğu ölmek istemiyor müritlerin…
Hayat işte. Tarih diyoruz, eskidir diyoruz. Fakat bir de hayatın acı tarafı var işte. Gerçekler var. Görmemiz gerekenler. Yaklaşan tehlikeleri fark etmemiz gereken bir dolu şey var. Bilmiyorum söylemek istediklerimi aktarabildim mi?
Hayatı ayrıntılardan yakalayabilmek adına…
KAYNAKÇA
http://history1900s.about.com/od/people/p/jimjones.htm
http://edition.cnn.com/2008/US/11/12/jonestown.factsheet/index.html?_s=PM:US
http://www.history.com/this-day-in-history/mass-suicide-at-jonestown
http://www.latimes.com/world/africa/la-fg-jonestown14-2008nov14-pg-photogallery.html