Hitler rejimine karşı mücadelesiyle bilinen Marlene Dietrich, bir cazibe simgesi olmaktan fazlasını hak ediyor.
27 aralık 1901’de Berlin’de doğan Marlene Dietrich, 6 Mayıs 1992’de Paris’te öldü. Hayatının yarısını uzak geçirdiği yuvasına, Berlin’e gömüldü. Kimsenin başa çıkamadığı efsanevi sinema kariyeri ona geniş hayran kitleleri kazandırdı. Fiziksel güzelliği dillere destandı. Farklı bir güzeldi.
Uzun kirpikleri ve düşük göz kapakları ile büyüleyen gözlere sahip olan Dietrich, elinde sigarasıyla dünyaya meydan okuyan gözlerle bakıyordu. Yakın arkadaşlarından romancı Ernest Hemingway onun için, “sesiyle bile kırabilir kalbinizi” diyordu: “Ve sonra tek bir sözcükle iyileştirebilir yaralarınızı.”
Asıl adı Maria Magdalena
Asker bir babanın kızı olarak 1901’de doğdu. Gerçek adı Maria Magdalena’ydı. İncil’de de adı geçen ve İsa ile yakınlaşan fahişeyle aynı adı taşıyordu. Oyuncu olmayı kafasına koymuştu ve 1921’de Max Reinhardt’dan ilk derslerini almaya başladı.
İrili ufaklı filmlerde rol alan Dietrich, Joseph von Sternberg’in ‘Mavi Melek’ (Der Blau Angel) adlı filmi için yaptığı öneriye ‘evet’ dedi ve bu filmle özdeşleşip ölümünden yıllar sonra bile ‘Mavi Melek’ olarak anıldı.
‘Mavi Melek’ hayatını değiştirdi
Filmin başarısı Nazi yönetimini Dietrich’e yakınlaştırdı. Ama Dietrich’in Nazilerle iş birliği yapmaya niyeti yoktu. ‘Mavi Melek’in setinde çalışan birçok kişi toplama kamplarında ölmüş, hayatta kalanlar da Almanya’yı terk etmek zorunda kalmıştı. Dietrich de ülkesini terk edip İkinci Dünya Savaşı’nı karşı ittifakı destekleyerek geçirdi.
‘Dishonored’, ‘Shangai Express’ ve ‘The Lady is Willing’ gibi önemli filmlerde tartışılmaz oyunculuk yeteneğini ortaya koydu ama hiç Oscar alamadı. ‘A Foreign Affair’, ‘The MonteCarlo Story’, ‘Touch of Evil’, ‘Nuremberg Mahkemesi’ gibi filmlerde oynayan Dietrich, 1978 yapımı ‘Just a Gigolo’ ile beyazperdeye veda etti.
Hüzünlü bir aşk hikayesi
Marlene Dietrich, sadece soğuk güzelliği ve oyunculuğu ile değil özel yaşamıyla da ilgi çekici bir yıldız oldu. Birçok erkeğin başını döndüren Dietrich’in, kendisi gibi bir efsane olan Greta Garbo ile yaşadığı iddia edilen aşk, hayatının en keskin dönemeçlerinden biriydi.
Trajik ve bir o kadar da hüzünlü bir aşk hikayesinin kahramanları oldu iki kadın. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Berlin’de ‘The Joyless Street’ adlı filmin çekimleri sırasında tanıştılar. İlişkileri, sonraları Hollywood’da karşılaştıklarında birbirlerini tanıdıklarını tamamen reddetmeleriyle sona erecekti.
İkinci adı Lili Marlene’di
1938’de Lale Andersen’in söylediği ‘Lili Marlene’, aslında Nazilerin Afrika’daki askerlerini motive etmek için çaldıkları bir propaganda şarıkısıydı. Ama o kadar tutuldu ki, sadece Alman değil ABD’li ve İngiliz askerlerin de dilinden düşmez oldu.
Cephede çarpışan her askerin bir Lili Marlene’i vardı ve Lili Marlene, onlara hiçbir şarkının veremediğini vermişti. Birçok sanatçı ‘Lili Marlene’i söylemek için sıraya girmişti. Bunların arasında Marlene Dietrich, Vera Lynn ve Anne Sheldon gibi ünlüler de vardı. 42 dile çevrilen şarkı en çok Marlene Dietrich’le anıldı.
Son yıllarında inzivaya çekildi
Hollywood’da ki Marlene Dietrich imgesi ise bambaşkaydı. Disiplinli, çalışkan ama bir o kadar da dik kafalı bir kadın olarak tanınıyordu. Hayatı boyunca Rudolf Sieber ile evli kaldıysa da, her iki cinsten aşklarıyla anıldı.
Ernest Hemingway, Josef Von Sternberg, Katharine Hepburn, Jean Cocteau, Kenneth Tynan ve Edward G. Robinson ile yakın arkadaştı. Edebiyatı ve müziği seviyor, keman ve piyano çalıyor, “Avrupa’da kadın ya da erkek fark etmez, kimi çekici bulursanız onunla sevişirsiniz” diyordu.
Marlon Brando gibi, hiçbir zaman oyuncu olmak için büyük bir istek duymadığını söylemişti bir röportajında. Hayatının son döneminde kendini kamera ve flaşlardan soyutladı. 1981’den 1992’ye kadar Paris’teki evinde, sadece yakın dostlarını görmeyi kabul ederek yaşadı.