Tarih

Mozart’ın Ölümünün Ardında Yatan Sır

Constanze Mozart,  kocasının ölümünden  sonra, Mozart’ın ölümün eşiğindeyken bestelediği ölülere Ağıt, Requiem hakkında çarpıcı bir öykü anlattı: Constanze,  bir habercinin Mozart’ın Viyana’daki apartmanına geldiğini hatırlıyordu. Adam, Mozart’ın cömert bir ödeme karşılığında, Requiem’i besteleyip bestelemeyeceğini öğrenmek istemişti. En son operası fiyaskoyla sonuçlanan ve bu yüzden nakit sıkıntısı çeken besteci, teklifi hemen kabul etti.

Haberci paranın yarısını ödedi ve sadece Mozart’ı parçayı kimin sipariş ettiğini araştırmaya çalışmaması için uyaracak kadar kaldıktan sonra hemen ayrıldı.

Mozart besteye kendini tamamen kaptırdı. Constanze, kocasının ruh halini  “Her zaman sessizce oturuyor ve düşüncelere dalıyordu” diye anlatıyordu. “En sonunda artık reddedecek durumda değildi, bu eseri kendi cenazesi için bestelediğinden kesinlikle emindi. “Bu esnada Mozart sadece otuz beş yaşındaydı arkadaşlarına  belirttiği gibi zehirlendiğini düşünüyordu.

Mozart’ın öldürüldüğü söylentileri ölümünden hemen etrafta yayılmaya başladı. 1791’de bir Berlin gazetesi, Mozart’ın “ölümünden sonra cesedinin şişmiş olması, zehirlendiği yolunda kuşkular doğurdu” diye yazmıştı. Kuşkular en başta Mozart’ın öğrencilerinden birinin kocası, Franz Hofdemel üzerinde toplanmıştı ama kanıt yoktu.

1820’lerde, Avusturyalı eski bir saray bestecisi, Antonio Salieri’nin adı da  şüpheliler listesine eklendi. Salieri adına, konuklarının sağır besteci ile iletişim kurmak için kullandığı Beethoven’in “sohbet defterleri”nin birçok sayfasında rastlandı. Hem Beethoven’in oğlu Kari hem de bir başka ziyaretçi, Anton Schindler, Salieri’nin Mozart’ı zehirlediğini itiraf ettiğini defterlere yazmıştı.

Salieri’yi harekete geçiren şey neydi? Kıskançlık. Hakkında kurulan dedikodu kumpasına bakılırsa, Salieri Mozart’ın dehasını kabul ediyor ve bu yüzden ondan nefret ediyordu. Salieri her zaman saray efendisi ve nazik bir insanken, özellikle Mozart’ın genelde kaba ve kibirli olmasına rağmen, Viyana sarayının baş bestecisi olarak hep kendi önüne geçmesini çekemiyordu.

Salieri’nin katil ya da dalavereci olarak gösterilmesinin sorunu, Hofdemel’inkiyle aynıydı:  Birkaç dedikodu kaynağından başka, Salieri’nin bırakalım Mozart’ı öldürmeyi, ondan nefret ettiğine dair hiçbir gerçek kanıt yoktur.

Karşımıza bu kez kuşkulu olarak çıkan tek bir kişi değil, bir örgüt vardı: Farmasonlar. Üye olmayanlara büyücülükmüş gibi gelen her çeşit gizli törenleriyle gizli bir dernek olmaları, onları kötü kuşkular için uygun bir aday haline getiriyordu. Mozart, 1784’de küçük bir Viyana Mason locasına katılmıştı. Aktif bir üyeydi, son tamamladığı eseri Sihirli Flüt dahil, Masonik temaları olan birçok eser bestelemişti.

Örneğin, Mason törenlerinde büyük anlam taşıyan 18 rakamı, Mozart’ın operasında da önemli bir yere sahipti.  II. Sahnenin başında, on sekiz papaz ve on sekiz sandalye vardır ve koronun söylediği şarkının ilk bölümü on sekiz ölçülüktür. Ayrıca bu sahneye orkestranın girişinde on sekiz nota grubu yer alır.

Masonların Mozart’ı zehirlediğini ilk kez 1861’de G. F. Daumer öne sürmüş, Mozart’ın Sihirli Flüt’te bazı sırlarını açığa vurmasının Mason dostlarıyla arasını açtığını söylemişti.

Ne var ki, Hofdemel ve Saliari teorileri gibi, Masonların komplo teorilerine de hiçbir kanıt gösterilemez. Bu kendilerine özgü bir kapalılığa sahip olmalarına rağmen Viyana’nın en saygın yurttaşlarını da içlerine alan Masonlara haksız bir yakıştırmadır. Gerçekten de, localar şehrin entelektüel seçkinlerinin büyük bölümünün toplandığı yerlerdi. Ayrıca  Masonların opera ve bestecisiyle ilişkilerinden rahatsız olduklarına inanmamız için hiçbir neden yoktu.

Ne var ki, birçok Masonun Cumhuriyetçi eğilimi, Avusturya İmparatoru II. Leopold’ı işkillendirmişti. Leopold Avrupa’daki devrimleri büyük bir kaygı ile izliyor ve buna ülkedeki Masonları ezerek yanıt veriyordu. Çok sayıda Mason locasını kapatmış ve geri kalanları da polisin sıkı denetimi altına almıştı. Bazı tarihçiler, Mozart ve Shikaneder’in bir Masonik opera besteleme kararına bu baskıların yol açmış olabileceğini varsaydılar. Sihirli Flüt’ün halkı ve muhafazakar hükümeti, Masonların korkulacak bir yanı olmadığına ikna edebileceğini sanıyorlardı.

Eğer Mozart zehirlendiyse, asıl suçlular, kasıtlı olmasalar bile, doktorları arasında aranmalı. Constanze doktorların ondan en az bir kez “kan aldığı”nı söylemişti. Bu tedavi yöntemi 18. yüzyıl sonlarında çok yaygın olduğu için, başka örnekler de olabilir. Birçok tıp tarihçisinin inandığı gibi, özellikle böbrek hastalığı söz konusuysa, gitgide zayıf düşen Mozart’ın ölümüne pekala bu tedavi yöntemi yol açmış olabilir.

1991’de, Mozart’ın ölümünün 200. yıldönümünde toplanan bir tıp empozyumunda, ölüm nedeni için en baş sıraya iki aday yerleştirilmişti: Böbrek yetmezliği ve römatik ateş. Ama, hiçbirinin bestecinin zehirlendiğine inanmaması dışında, uzmanlar arasında açık bir uzlaşma yoktu.

Öte yandan, Mozart’ın kendi inancı söz konusu olduğunda, ölümüne neden olan hastalıkların herhangi birinin getirdiği delirium ya da depresyondan kaynaklanmış olabilir. Kuşkusuz, Requiem’i ısmarlamış olan gizemli habercinin ziyareti, bestecinin zihnini ölüme, özellikle kendi ölümüne kilitlenmesine yol açmış olabilir.

En sonunda, Mozart’ın ölümünden 173 yıl sonra açığa çıkarılan habercinin sırrı daha az can sıkıcı olmakla birlikte, hiç de daha az acayip değildi. 1964’de, Otto Deutsch, Viyana’nın yaklaşık kırk beş kilometre güneyindeki bir kasaba olan Wiener Neusatdt’ta bulunan bir belgeyi yayınladı. “1791 ‘deki Başlangıcından 1839’a Bugünkü Döneme Kadar, W. A. Mozart’ın Requiem’inin Gerçek ve Ayrıntılı Öyküsü” başlıklı belge, bölgenin büyük toprak sahiplerinden, Kont von Walsegg tarafından işe alınan bir müzikçi, Anton Herzog tarafından yazılmıştı.

Herzog, kontun gelecek vaat eden bestecilerin eserlerini satın alıp, bunları kendisininmiş gibi yutturmaktan hoşlanan ateşli bir müziksever olduğunu söylemişti. 1791 Şubatında, kontun genç karısı öldü ve özellikle bir Requiem şaheseri ile onun anısını ölümsüzleştirmek istedi. Bu yüzden her zamanki gibi cömert teklifiyle ve eseri kimin ısmarladığını araştırmasın diye aynı uyarısıyla birlikte uşağını Mozart’a gönderdi.

Dolayısıyla, Mozart’ın son başyapıtının, bir ölüm meleği için değil, garip bir eser hırsızı için bestelendiği ortaya çıkmıştır. Hiç de aptal biri olmayan Constanze Mozart’ın kompozisyonlarının hızla artan değerini hesaba katmazsak ölen kocasının hızla büyüyen ününe katkıda bulunması umuduyla meçhul haberci öyküsünü yaymış olabilir. Eğer böyleyse, rüyasında bile göremeyeceği kadar başarılı olmuştu çünkü Requiem Mozart’ın başyapıtları arasında görülmeye başlanmıştı. Ve sonuçta nasıl bestelendiğinden bağımsız olarak, böyle kalmaya da devam ediyor.

Kaynak :Tarihin Büyük Sırları/Paul Aron

www.dunyalilar.org

                   

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu