Tarih

Nisa Taifesi ve Kadınlar Halk Fırkası

1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınması bir ‘lütuf’ değildi. Cumhuriyet, kadınlara bu hakkı vermemek için 9 yıl direndi.

İki zatın tekrarladığı teze göre kadınlarımız, siyasi haklarını dünya kadınlarından çok önce elde ettiler ancak bu hakları mücadele ederek değil, yönetici kesimlerin lütfetmesiyle elde ettikleri için bu haklarını layıkıyla kullanamadılar. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının bir ‘lütuf’ olup olmadığını anlamak için elbette cumhuriyete kadarki kadın hareketi hakkında bir fikir sahibi olmak gerekir. Ancak bunu anlatmaya yerim yok. Merak edenler kaynakçadaki eserleri, buna vakti olmayanlar Bianet’te Hüseyin Aykol’un kaynakçadaki kitabından alınmış bölümü okuyabilirler. Ben hikâyenin cumhuriyet dönemindeki bölümünü anlatacağım.

11201493_1515354135446294_6873287608554576369_n

Cumhuriyet’in kadın ideali
1870’lerden 1923’e kadar 100 civarında örgüt kuran, onlarca gazete ve dergi çıkaran Osmanlı kadın hareketi, Birinci Dünya Savaşı yıllarında İttihatçı politikalar sayesinde Ermeni, Rum, Yahudi, Levanten vb. gayrimüslim unsurlarını kaybetmiş, 1923’ten itibaren de ulus-devlet mantığına uygun biçimde ‘Türkleşmişti’ ama idealleri değişmemişti. Fakat Kemalist kadroların yaratmaya çalıştığı ‘modern kadın’ tahayyülü, bu kadınların kafasındaki kadın tahayyülünden epey farklıydı. Kemalist erkeklerin kadınlardan bekledikleri sadece vatana hayırlı evlatlar yetiştiren, anne ve yuvasını güzelleştiren eş, eğitimli meslek sahibi bir kadın olması değil; aynı zamanda Batı tarzı giyinen, makyaj yapan, tiyatrolara, konserlere, konferanslara giden, erkeklerle yemek yiyen, balolarda dans eden, güzellik yarışmalarına katılan bir kadın da olmasıydı. Sadece bu kadınların siyasetle ilgilenmeleri istenmiyordu, o kadar!

Suskun lider
Nitekim 1 Nisan 1923’te Birinci Meclis feshedilip seçimlere gitme kararı verildiğinde ilk iş Seçim Kanunu’nun ‘Her 50 bin erkek bir mebus seçer’ maddesinin ‘Her 20 bin erkek bir mebus seçer’ şeklinde değiştirilmesi olmuştu. Ancak, karar alınırken kadın haklarından söz eden tek kişi olan Bolu Milletvekili Tunalı Hilmi Bey, ‘nisaiyyundan’ (kadın takımından) veya ‘feminist’ sözleriyle alaya alınmış, konuşması “Şeriata hürmet ediniz!” bağırışları arasında sıra kapaklarına veya topuklarıyla yere vurarak susturulmuştu. Tunalı Hilmi Bey’e itiraz edenlerin başında bugün bazı çevrelerde ‘ilk Türk demokratı’, ‘ilk Türk liberali’ diye yüceltilen Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey de vardı. Ona göre kadınlarımız çok saygıdeğer varlıklardı ancak seçme ve seçilme hakkı için henüz yeterince gelişmiş değillerdi. Bu hakkı kullanacak seviyeye geldiklerinde zaten bu haklarını alırlardı. Bunlar olurken, Mustafa Kemal’in sesini bile çıkarmadığını belirtelim.

12190862_1515354698779571_1039971720710517226_n

Kadınlar Halk Fırkası
Bu durum, Osmanlı döneminden beri kadın hakları konusunda mücadele eden öğretmen ve yazar Nezihe Muhiddin önderliğindeki bir avuç kadını yıldırmamıştı elbette ve Mustafa Kemal’in kurduğu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kadınlar kolunu oluşturmak üzere başvurdular. Cevap alamayınca, daha cüretkâr bir adım attılar: 15 Haziran 1923’te ‘Kadınlar Halk Fırkası’ ‘(KHF) adıyla bir partinin kuruluş beyannamesini İçişleri Bakanlığı’na sundular. Olay basında “Kadınlar mebus olmak istiyor”, “Tek gayeleri mebus olmak” şeklinde yer aldı.

İçişleri Bakanlığı tam sekiz ay süren sessizlik döneminden sonra, hükümet ‘kadınların seçme ve seçilme hakkı olmadığı’ için KHF’nin kuruluşuna izin vermediğini tebliğ etti. Tanin gazetesinde ise ‘bazı düşünceleri nedeniyle uygun bulunmadığı’ yazılıydı. Bu ‘bazı düşünceler’in ne olduğu hiçbir zaman açıklanmadı ama nizamnamenin siyasi hakları ima eden 2. maddesi, kadınların belediye seçimlerinde aday olmasını öneren 3. maddesi ve ‘kadınların savaş halinde askerlik görevi yapmasını’ öneren 8. maddesinin çok ‘taşkın’ bulunduğu kulaktan kulağa fısıldanıyordu. KHF kurucuları partinin başına rejimin önemli adamlarından Ali Fethi Bey’i getirerek tekrar başvurdularsa da Ankara’nın (bunu Mustafa Kemal diye okumak gerekir herhalde) cevabı yine ‘hayır’ oldu. Bu sefer de o sırada kuruluş faaliyetleri süren Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) yüzünden ‘halk fırkası’ adının bir kadın kuruluşu tarafından kullanılması ‘bölücü’ bulunmuştu!

Nezihe Muhiddin ve arkadaşları yılmadılar, ‘taşkın’ maddeleri değiştirerek 7 Şubat 1924’te Kadın Birliği adlı örgütü kurdular. Nizamnamenin 3. maddesinde ‘Birliğin siyasetle alakası yoktur’ denmesine bakılırsa, bir önceki tecrübeden fazlasıyla ders alınmıştı. Nitekim dernek kimsesiz çocuklara, fakir kadınlara yardım etmek, onlara aş ve iş sağlamak, yerli malını özendirmek gibi ‘hayırseverlik’ işleriyle uğraştı. Seslerini kısmakla akıllılık yapmışlardı çünkü, daha bir ay önce İstanbul’un ünlü gazetecileri ve baro başkanına İstiklal Mahkemesi’nde sıkı bir gözdağı verilmişti.

Daha mühim meseleler var
13 Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Said İsyanı, Kürtler, solcular, dindar grupların yanı sıra kadınların siyasi taleplerine de kulak tıkamak için yeni bir bahane oldu. Cumhuriyet gazetesi “Türkiye’nin hayatında çok mühim meseleler mevcut olduğu bir zamanda hanımlarımızın mebusluk propagandası veya reklamı ile meşgul olmaları pek ciddiyetsiz” diye yazıyordu. Ama Nezihe Muhiddin pes etmedi, temmuz ayında Kadın Yolu dergisini çıkarmaya başladı. İlk yazısı kadınlara siyasi haklar tanınması üzerine olan dergide Enver Behnan (Şapolyo), Yaşar Nabi (Nayır) ve Fahrettin Kerim (Gökay) gibi kadın hakları savunucusu genç erkek yazarlar da yazıyordu. Ancak isyan bahanesi ile çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu etkisini gösterdi ve TKB ciddi bir ‘öz sansür’ uygulamaya başladı. 1926’da TKB, CHF’ye üye olmak için başvuruda bulundu. Cevap ‘kadınların hayır işleri ile uğraşmasının daha doğru olacağı’ yolundaydı. Birlikten Mustafa Kemal’e yakın bazı kadınlar da yeni çıkan Medeni Kanun’la ‘kadınlara layık olmadıkları hakların bile verildiğini’ söyleyerek siyasi taleplerde ısrar edilmesini eleştirmişlerdi. Ama Nezihe Muhiddin yine durmadı, 1927’de Denizli, Aydın, Afyon ve Diyarbakır’da şubeler açıldı ve CHF listelerinden genel seçimlere katılmak için kampanya başlatıldı. Elbette bu teklif de kabul edilmedi. Birlik bunun üzerine seçime erkek aday ile katılma kararı aldı. Ancak kendini ‘feminist erkek’ diye tanıtan ve seçimler için bıyıklarını bile kestiren Kenan Bey alaylara tahammül edemeyince adaysız kaldılar.

12191004_1515354905446217_8508965788916739032_n

O zaman askerlik yapsınlar
21 Haziran 1927’de Askerlik Kanunu üzerine görüşmelerde Hakkı Tarık (Us) Bey kadınların seçme ve seçilme hakkından yana olduğunu söyleyince, Recep (Peker) Bey “Kadınlar Türk vatanıyla bu denli ilgili iseler önce askerlik yapsınlar” diye işi yokuşa sürdü. Daha önce kadınların parti kurmaları ‘askerlik yaparız’ dedikleri için engellenmişti!

Rejimin ‘kadın hakları bakanı’ rolünü üstlenen Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi Bey ilk kez kadınlardan yana tavır alarak bunu eleştirdi ancak Cumhuriyet gazetesi alaycı yayınına devam ediyordu. Örneğin gazetede çıkan bir yazıda “Hanımların mebusluğu hiç fena olmaz, Meclis’te sık sık moda etrafında münakaşalar cereyan eder. Hanımların balolarda smokin mi yoksa dekolte tuvalet mi giymeleri daha uygun olunacağına dair, mesela İstanbul mebusesi ile İzmir mebusesi arasındaki hararetli mücadeleyi bütün erkek mebusların merak ve tebessümle dinleyeceğine şüphe yoktur” deniliyor, kadın mebuslar kumaş türleri üzerine tartışırken karikatürize ediliyordu.

Ancak görünen köy kılavuz istemiyordu. TKB’nin siyasi haklar mücadelesi, Nezihe Muhiddin hakkında birliğin 500 lirasını kişisel amaçlarla harcadığı gerekçesiyle soruşturma açılması ve birlik yöneticiliğinden istifa ettirilmesiyle sona erdirildi. Yunus Nadi, olayı “Oh diyoruz, aman kurtulduk! Artık her gün kusma eğilimi içinde bunalmaktan kurtulduk!” diye değerlendirmişti.

1930 baharında kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı ‘tanındı’. Kadınlar Birliği 11 Nisan’da Sultanahmet Meydanı’nda bu karara teşekkür mitingi yaptılar. Ardından Nezihe Muhiddin ve bir grup arkadaşı, CHF’ye üye olmak için başvurdu. Cevap yine olumsuzdu. 1933’te Cumhuriyetin 10. yılı şerefine kadınlara köy yönetimlerinde seçme ve seçilme hakkı ‘tanındı’. Sırada milletvekili seçme ve seçilme hakkının ‘verilmesi’ vardı. Çünkü artık bunu daha fazla geciktirmek için bir bahane kalmamıştı.

fft64_mf1232392

Gizli kota uygulaması
5 Aralık 1934’te TBMM’de yapılan oylamada 258 olumlu, 53 çekimser ve 6 boş oy kullanılmıştı. 7 Aralık’ta Beyazıt Meydanı’nda büyük bir kadın mitingi yapıldı. 18 Aralık 1934 tarihli Zaman gazetesinde ‘Seçilecek umum mebus adedinin yüzde beşi kadın azadan mürekkep olacaktır. Bu takdirde Meclis’te 18 kadın saylav bulunacaktır’ denilmişti. Hakikaten de, 8 Şubat 1935 seçimlerinde ‘müfrit olmayan’ 17 kadın milletvekili Meclis’e girdi. Ara seçimlerde buna 1 tane daha eklendi ve sayı 18 oldu. Anlaşılan kadın milletvekili sayısı önceden belirlenmişti. Yani örtük bir kota uygulaması söz konusuydu. Ama bu olumlu bir kota değildi. Çünkü adeta rejim tarafından ‘görevlendirilen’ bu kadınlar arasında, gerçekten kadın hareketinden gelen çok az kişi vardı. Örneğin, bu konuya en çok emek veren Nezihe Hanım CHP’den aday gösterilmemiş, bağımsız olarak da seçilememişti.

Ne lütuf, ne erken
Bu kısa tarihçe bize gösteriyor ki, resmi ideolojinin iddia ettiği gibi 5 Aralık 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınması bir ‘lütuf’ değildi. Aksine, Cumhuriyetin erkekleri, 9 yıl boyunca kadınlara bu hakkı vermemek için ellerinden geleni yapmışlar, onları yıldırmak, sindirmek için her türlü aracı kullanmışlardı. (Bu yıllarda erkek adaylar da merkezden belirleniyordu ve seçimler iki dereceliydi.) Kadınlar ise İngiliz ve Amerikan Sufrajetleri gibi zorlu bir mücadele vermemekle birlikte, İstiklal Mahkemelerinin rejimin en güçlü adamlarını bile idama mahkûm ettiği, sürdüğü o yıllar boyunca, siyasi haklara ilişkin taleplerini ısrarla dile getirmeye çalışmışlardı. Bu ısrarlı tutumları sayesinde elde ettikleri seçme ve seçilme hakkı, resmi ideologların tekrarlamayı pek sevdikleri gibi Fransa’dan (1944), Japonya’dan (1945), İsviçre’den (1971) önceydi ama Yeni Zelanda’dan (1893), Avustralya’dan (1894-1908), Finlandiya’dan (1906), Norveç’ten (1913), Danimarka ve İzlanda’dan (1915), Rusya ve Hollanda’dan (1917), İngiltere, Almanya, Avusturya, Letonya, Polonya ve Estonya’dan (1918),  Arnavutluk, Çekoslovakya ve ABD’den (1920), Azerbaycan, Ermenistan ve İsveç’ten (1921), Moğolistan, Tacikistan, Kazakistan, Türkmenistan, Ekvador, Romanya, Güney Afrika, İspanya, Şili, Portekiz, Uruguay, Tayland, Brezilya’dan (hepsi 1924-1933 arası) sonraydı. Ama resmi tarihçiler haklılar, buna da şükretmeliyiz. Çünkü Kemalist erkekler 1934’te de bu hakkı tanımayabilirlerdi. Nitekim Kürtlere, solculara, dindarlara, gayrimüslimlere hak ettiklerini yıllarca vermediler, kimse de sesini çıkaramadı.

Bilmem durumu yeterince ‘etraflı’ anlatabildim mi?

Ayşe Hür

Özet Kaynakça: Hüseyin Aykol, Aykırı Kadınlar, Osmanlı’dan Günümüze Devrimci Kadın Portreleri, İmge Kitabevi, 2012, (Osmanlı döneminin özeti için: http://bianet.org/bianet/siyaset/142597-soke-soke-aldilar#.UL9gz-qFYv1.twitter); Aynur Demirbilek, Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikayesi, İmge Kitabevi, 1993; Bir Adalet Fermanı, Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar, Derleyen: Lerna Ekmekçioğlu-Melissa Bilal, Aras Yayıncılık, 2006; “Kadın Dosyası”, Hazırlayan: Hülya Balcı Akarlı, Toplumsal Tarih, S. 99, Mart 2002, s. 6-57; Yaprak Zihnioğlu, Kadınsız İnkılâp, Metis Yayınları, İstanbul 2003; Ayşegül Yaraman-Başbuğu, Türkiye’de Kadınların Siyasal Temsili, Bağlam Yayınları, 1999.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu