Ne Yapmalı?

Okul Yolu Düz Giderse

3

Oya altı yaşına geldiğinde okula gönderildi. Kendisine siyah bir önlük alındı, akşam banyosu yapıldı ve uyumak üzere yatağına yatırıldı. Oya o gece karmakarışık bir sürü rüya gürdü. Sabahleyin uyandığında yüzü yıkandı, saçları iki örgü yapılıp, önlüğün cebine beyaz temiz bir mendil yerleştirilip, sırtına bir çanta verilip okula gönderildi.

Öğrenciler günler sonra okuma fişlerine geçtiler ve Oya böylece okulda “Oya okula koş” fişiyle tanıştı. Bu fişle tanışıp fişi ezberledikten sonra hal ve hareketleri aniden değişti Oya’nın. Kız artık yavaş yürüyemez oldu, ne yaptıysa hızlı ve çabucak yapmaya başladı. Çabuk uyudu, çabuk uyandı, kahvaltısını çabucak yapıp okula koşarak gitti. Öğretmenleri Oya’daki bu gelişmeyi takdir ettiler, aferinlerle süsleyip pekiştirdiler. Bunun üzerine Oya daha da hızlandı, artık her şeye her yere koşarak gidiyordu, böylece sadece öğretmenlerin değil annesinin babasının da sürekli takdirlerini toplamaya başladı. Gün geldi Oya yerinde duramaz oldu; ya hep çalışıyor, ya hep koşuyor ya da hep bir şeyler ezberliyordu. Öğretmenleri Oya’daki bu gayreti ve olağanüstü çabayı takdir etmeye devam ettiler. Oya sürekli koşuyordu… Okula, eve, herhangi bir işe, tuvalete… Koştukça rengi soluyor, zayıflıyor ve artık konuşmaya, dinlemeye zaman bulamadığı için iyice takatten düşüyordu.

Bir gün Oya erkenden kalkıp okula koştu yine, okul yolunda ayağı bir şeye takıldı, kaydı ve yere düştü. Başını bir taşa çarptı. Burnundan ve ağzından kan aktı. Arkadaşları geç kalmamak için derse, Oya’yı orada bırakıp okula gittiler. Oya’nın kıpkırmızı kanı durmadan aktı. Ve Oya öldü, okula koşarken.

Doktorlar otopsi yaptı: Oya’ın göğsü neşterle kesildi. Midesinde ve bağırsağında aşırı derece takdir ve teşekkür görüldü, tüm bunları o minik bedeniyle nasıl taşıdığına anlam veremediler, gözlerinde kocaman, bir kuyu ve kanında milyonlarca aferin olduğu saptandı. En son yüreğine baktılar ki ne görsünler: Yüreğinin tam ortasında kocaman hüzünlü bir boşluk buldular. Doktorlar bu boşluğun niçin dolmadığını ve bu boşlukla nasıl oldu şimdiye kadar yaşayabildiğini tespit edemedilerse de Oya’nın aslında düşmeden önce -takriben iki ay önce- kalbinin durduğu ve çoktan ölmüş olduğunu raporlarına geçirdiler.

Ali’ye özgürlük

Ali yıllardır ata bakmakla mükellef bir çocuktur. Elinden bütün hakları alınmıştır. Ne oynayabiliyor, ne gezebiliyor ne de düş kurabiliyor. Sürekli annesinin gözetimindedir, attan asla gözlerini ayıramıyor, ayırdığı anda annesi babasına şikayet ediyor ve babası da Ali’yi cezalandırıyor. Ali sürekli ata baktığı için dünyayı attan ibaret sanıyor ve bazen babasını çifte atarken, annesini de kişnerken görünce de çok ürküyor.

Ali’nin trajedisine devlet asla müdahale etmedi ve hiçbir zaman da yardımcı olmadı. Tam aksine sistemli ve resmi bir işkence haline getirdi bu içler acısı durumu. Ali bu cezayı ne zaman niçin aldı, nasıl aldı bilinmiyor ama yıllardır Ali “Ali ata bak” cümlesinin içinde hapsolmuştur. Siz de taktir edersiniz ki asgari bir “yaşam” için oldukça kısa bir cümle.

“Hiçbir insanın yaşam alanı bu kadar daraltılamaz hakim bey!”

Ali’inin her gün “a” harfinden başlayıp “k” harfinde biten yolculuğu o kadar sıkıcı ki, Ali çoğu zaman kendini bir portakalın dilimleri içinde hapsedilmiş, küçücük bir odanın duvarında çiviye asılmış bir tilki kürkü gibi hissediyor.

Bu zulme dur demeliyiz hakim bey! (mahkeme salonundaki kalabalığı göstererek) Tarihin (parmağıyla bir sandalyede oturmuş yaşlı düşünceli ihtiyarı işaret ederek) ve sizlerin önünde Ali’nin kurtulması ve özgürlüğüne kavuşmasını talep ediyor, Ali’nin ebeveynlerine gereken cezanın verilmesini de istiyorum. Tüm çocukların özgür, masalsı ve masum dünyalarına dönmesi için hep beraber diyoruz ki: “Ali yeter ata baktığın, zaten bir at da yok ortada, yeter artık kandırmayın çocukları hey büyükler!”

Mihemed ŞARMAN / 23.09.2007

Dünyalılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu