GenelGüncel

Seçim ve Siyasetin Dili Cumhuriyet’in Gerisinde – IV

Ulus adının çoğunluktan esinlenerek Türk olması, yine bu coğrafyada en yaygın dil olan Türkçe’nin resmi dil olarak benimsenmesinin bazı çevrelerce tek tipleştirici bir politika olarak sunulduğunu kaydeden Yargıçlar Sendikası Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu “Bu noktada ulus kimliği, dil, din ya da etnik bir temelde bölünme ve ayrışmanın önüne geçip, şemsiye özelliği nedeniyle bir dil, din ya da etnik temele hapsedilmemesi gereken kimlik anlayışıyla ortaya çıktığından, emperyal güçler, birlik ve bütünleşmenin temelini oluşturan bu kimliği kabullenememiş ve her olayı bir fırsatçılıkla bu kimliğe saldırı için de kullanmışlardır.” dedi.

Eminağaoğlu’nun siyaset ve dil konusunda yakın tarihimizdeki gelişmeleri ve sonuçlarını irdelediği yazı dizisinin dördüncü bölümü şöyle:

“Yasama, yürütme, yargı, seçim ve siyasi partiler alanlarında, Cumhuriyet’ten buyana dil konusunun nasıl bir seyir izlediğini önceki yazılarda genel hatları ile açıkladık. Basın, yayın, radyo, televizyon, öğrenim, bilim, kültür, sanat, ticaret, din alanlarında kullanılan dil de son derece önemlidir. Konunun dağılmaması için bu alanlardaki süreci ve olması gerekenleri de diğer yazılara bırakalım.

Lozan Antlaşmasının, azınlıklar bölümündeki 39 ncu maddesinde dil konusunda belirli serbestiler yer almıştır. Kullanılan kavramlar ve düzenlendiği bölüm uyarınca, bu maddenin tüm Türk yurttaşlarını mı yoksa azınlık kapsamındaki yurttaşları mı kapsamına aldığı konusunda tartışmalar yaşanmakta ise de, konuya yönelik çok sınırlı sayıda araştırma yapılmıştır. Oysa sorunun yazılı hukuk anlamında temeli, bu maddenin uygulama alanının açıklığa kavuşturulmasından geçmekte iken, her nedense bundan uzak durulmaktadır.
***
Kurtuluşla birlikte yeni bir kimlik söylemi ile ortaya çıkan Cumhuriyet’te, herkesi bir şemsiye altında toplayan, üst ve ortak kimlik niteliğiyle tek ulus kimliği kabul edilmiş, bu kimlik için ortak paydaların artırılması amaçlanmış, bu nedenle tek resmi dilli ve resmi dilin de Türkçe olduğu bir sistem ortaya çıkmıştır. Bu kimlik içinde alt kimlik olarak kabul edilen hiç bir mezhep, etnisite veya bir başka unsura öncelik ya da üstünlük sağlanmayıp, eşitlik ve kardeşlik ilkesiyle hareket edilmesi esası benimsenmiş, yine diğer dillere güvenlik boyutu ile de yaklaşılmamıştır.

Ulus adının çoğunluktan esinlenerek Türk olması, yine bu coğrafyada en yaygın dil olan Türkçe’nin resmi dil olarak benimsenmesi, bazı çevrelerce tek tipleştirici bir politika olarak sunulmuş ise de, bu noktada ulus kimliği, dil, din ya da etnik bir temelde bölünme ve ayrışmanın önüne geçip, şemsiye özelliği nedeniyle bir dil, din ya da etnik temele hapsedilmemesi gereken kimlik anlayışıyla ortaya çıktığından, emperyal güçler, birlik ve bütünleşmenin temelini oluşturan bu kimliği kabullenememiş ve her olayı bir fırsatçılıkla bu kimliğe saldırı için de kullanmışladır.

Ulus kimliğinin, üst kimlik olarak kalabilmesi, dayanışmacı ve bütünleştirmeci olabilmesi için, tüm alt kimliklere de kendilerini, kendi değerlerini sürdürme, geliştirme hak ve ortamı sağlanmalıdır. Ulus kimliği, çoğunluğa endekslenip, diğer kimliklerin gelişmesine ortam yaratmadan, çoğunluk kimliğini her ne yolla olursa olsun dayatırsa, bu durum elbette eleştirilmelidir. Bu konuda uygulamada özeleştiri yapılmasını gerektiren dönemler elbette olmuştur. Uygulamada zamanla ortaya çıkan sorunlar karşısında, alt kimlikler de bir çok kez bu sorunları kendi aralarındaki dayanışmayı ilerletmenin veya uzaklaşmanın aracı olarak gördükleri için çözüm yolunda atılan adımlara duyarsız kalarak, ulus kimliğini; baskıcı, dayatmacı, tek tipleştirici, red ve inkarcı bir kimlik olarak sunarak, çoğunluğu oluşturan dil, din veya etnisiteye hapsedilmiş biçimde gösterme yoluna gitmişlerdir ki, bu konuda da alt kimliklerin özeleştiri yapması gerekmektedir. Özeleştiri, sağlam bir birlikteliğin kapısını aralayacak en önemli yöntemlerden bir tanesidir.

Bu konudaki sorunlar ülkemizde 12 eylül ile birlikte zirve yapmış olup, hala daha mevzuat ve uygulamadan kaynaklanan ve o dönemden kalan sorunlar aşılabilmiş değildir. Siyasi partileri resmi kurum gibi gören 12 eylül anlayışından bir an önce dönülüp, siyasi partiler hakkındaki 12 eylülden kalan dil kısıtlamalarına artık son verilmelidir. Bu manzarada, örneğin kürtçe de bilen bir parti mensubu, sadece kürtçe bilen bir yurttaştan oy istemek için, onunla doğrudan kürtçe konuşmak yerine, iletişimin mutlaka tercüman yoluyla yapılması öngörülmektedir. Bu durumu yaratan 12 eylülden kalan yasa hükmü hala yürürlüktedir. Bu düzenlemenin sadece kişiler için öngörülen cezai yaptırımı 2012 yılında iptal edilmiş ise de, düzenleme partiler için yasaklılık ve ihtar nedeni olarak hala yürürlüktedir. 12 eylülden kalan bu düzenlemenin, bütünlüğü esas alan kurucu Lozan Antlaşması karşısında suç olamayacağı, düzenlenen suçun hukukta “işlenemez suç” kategorisinde kalıp, suç olmayan eylemlere ceza verilemeyeceği yolunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nda görevli olduğum dönemde temyiz incelemelerini yaptığım dosyalarda yazdığım hukuksal görüşler, ne incelemeyi yapan dairenin, ne de bu şekilde ceza alan kişilerin duymak istediği görüşler olmuştu! Bu da üzerinde durulup irdelenmesi gereken bir konu olsa gerek…

12 eylül döneminde çıkartılan yasaklanmış dil ile ilgili yasa yine, ancak 12 eylül anlayışı ile açıklanabilir. Bu konudaki yasa 1991 de kaldırılmış ve bu kavram da süreçte mevzuattan ayıklanmışsa da, her nedense bu kavram hala daha siyasi partiler yasasında yer almaktadır. Geçmişte Yargıtay bir kararında, “bir yasada, yürürlükten kaldırılmış diğer bir yasaya atıf yapılıyorsa, yürürlükten kalkan yasa yapılan o atıf yönünden uygulanmalıdır” demiş olup, rüzgara göre hareket etmekten sakınmayan Yargıtay, bu kararını da hatırlayıp, kendini yeni bir rüzgara kaptırırsa, ki kaptırmış durumda…
***
Cumhuriyet, ulus kimliği nedeniyle belli ortak değerlerin, yurttaşlığın bir sonucu olarak korunması ve gelişmesini amaçlamıştır. Dil bunlardan bir tanesidir. Ancak süreçte ortaya çıkan ve 12 eylülle zirve yapan uygulamalar, dil konusunda red ve inkarcı, baskıcı ve dayatmacı bir tablo yaratmıştır ki, bu anlayış Cumhuriyet, Lozan ve ulus kimliğinden uzaklaşan, bütünlüğü bozan sonuçlara yol açan, terkedilmesi gereken bir anlayıştır.”

(Gazete Sol’da yayınlanmıştır)

www.dunyalilar.org

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu