Diğer hayvanlar arasından nasıl ayrıldı, insan onu sadece yiyecek olarak değil de üzerine binip bir yerden bir yere gitmek için kullanmayı ne zaman akıl etti, bilmiyoruz. Dünyanın çeşitli yerlerinde mağaralardaki resimler, atların çok eski zamandan beri hızları ve güzellikleriyle insanı büyülediğini gösteriyor.
At, mesafeleri kısaltarak insan topluluklarının içe kapanmasını engelledi; hareketi, iletişimi ve değişimi mümkün kıldı. At ve onu iyi kullanmak, başarının anahtarlarından biriydi. Türklerin önce Anadolu’ya, sonra Avrupa’ya akmasında, Cengiz Han’ın dünyayı sarmasında atın önemi inkâr edilemez. Aztekler, Inkalar gibi atı olmayan uygarlıklar, bir avuç İspanyol atlı karşısında tutunamadılar. Atın üstünde diğer insanlara tepeden bakmak, her zaman gücün, statünün ve servetin işareti oldu. Akıncının ve şövalyenin yüceltilen bir toplumsal değeri vardı. At, savaşta ve ulaşımdaki egemenliğini, buharlı makine ve motorun icadına kadar sürdürdü. Tüm bu atların arasında 8 tanesi var ki, efsaneleşti…
İskender’in atı, BUKEFALOS
İskender ve Bukefalos (Öküzbaş) MÖ 344’te karşılaştılar. İkisi de 12 yaşındaydı. Bukefalos çok hırçın bir attı ve hiç bir biniciye tahammül edemiyordu. İskender, gözlem yeteneği sayesinde, Bukefalos’un kendi gölgesinden korktuğunu anladı. Atı güneşe doğru çevirdi, Bukefalos sakinleşti. O günden sonra ayrılmaz oldular. Bukefalos, İskender’i büyük koşturmada adım adım izledi. Bukefalos’un MÖ 326’da Kuzey Hindistan’da ki savaşta öldüğü tarihçilerce kabul edilmiştir.
Buda’nın atı – KANTHAKA
Beyaz, boynundan kuyruğuna 8 metre uzunluğunda iddia edilen Kanthaka, Hindistan’da yaşamıştı. O, Kral Suddharna’nm oğlu Prens Siddharta’nın atı ve can yoldaşıydı. Siddharta ve Kanthaka birbirinden ayrılmazdı. Ama aradan fazla zaman geçmeden, Prens Siddharta derin düşüncelere daldı. Ve bir gün, tarihî kararını verdi: Saraydan ayrılacak, dünya nimetlerinden elini eteğini çekecekti. Bir gece sadık hizmetkârı Çanna’ya atını eğerlemesini söyledi, atına atladı, hizmetkâr da kuyruğuna yapıştı. Böylece üçü sessizce saraydan kaçtı. Sabah, Anoma nehrinin kıyısına varmışlardı. Kanthaka bir sıçradı, nehrin karşısına geçti. Siddharta orada durdu, Çanna’ya atı alıp şehre dönmesini emretti. Kanthaka gözden kaybolana kadar sahibine baktı; sonra aniden kalbi kırıldı, öldü. Efendisi ise o günden sonra artık Buda adıyla bilinecekti.
Caligula’nın atı – INCİTATUS
Caligula, MS 37-41 arasında Roma’nın üçüncü imparatoru oldu. Yazarlar, onun deliliğinin en büyük delili olarak Incitatus’a duyduğu olağanüstü sevgiyi gösterirler. Incitatus’un mermerden bir ahırı, fildişinden bir yemliği vardı. Bir gün sonra yarış olacaksa, rahat uyusun diye imparatorun emriyle askerler bulunduğu yerin etrafını boşaltırdı. İmparator, atını Roma vatandaşı ilan etti. Şölenlerde yanına oturtuyor, altın bir kupadan su ve şarap içiriyor, altın yaprağı yedirmeye çalışıyordu. Caligula atını Roma senatörü de ilan etti. Incitatus tanrı bile ilan edildi. Ne var ki 41’de Caligula öldürüldü. Incitatus da sahneden çekildi
Hz. Muhammed’in atı – BURAK
Katırdan küçük, merkepten büyük, beyaz bir hayvandır. Bir uçan at, bazen de bir şahmerandır. İşte Hz. Muhammed’i Miraç gecesi yaptığı yolculukta taşıyan Burak, bu sözlerle anlatılır. O peygamberleri Allah katına çıkaracak güce, hıza, güzelliğe sahip bir taşıttır. Hz. Muhammed’in atı deyince, akla önce Burak gelir ama onun gerçek atları da vardı: Uhud Savaşı’nda bindiği Sekb, bütün atları arasında en hızlısı Lizaz, gücüyle tanınan Zarib, ahenkle kişneyen Mürteciz, uzun kuyruklu Lahif, yel gibi koşan yarış atı Müravi, Hz. Ömer’e hediye ettiği Verd bunlardan bazılarıydı.
Napoléon’un atı – MARENGO
İskeleti bugün Sandhurst Askerî Akademisi müzesinde sergilenen Marengo hakkında İngiliz kaynakları sayısız efsane anlatır. Austerlitz, Jena, Wagram savaşlarında imparatoru taşımış, bir ara Viyana ile Semmering arasındaki 80 kilometreyi aç susuz katetmiş ve ta Moskova’ya kadar gidip gelmiştir bu at. Fransız kaynaklarına göre, Marengo gerçekten de imparatorun çok sevdiği bir attı. Ama bunların hepsini yapmamıştı. Napoleon’un bilinen atlarının sayısı 100’ü geçiyordu. Aralarında, III. Selim’in armağan ettiği, şu anda doldurulmuş olarak, Musée de l’Armée’de bulunan beyaz aygır “Vizir” de vardı. Ama hiç birinin şöhreti Marengo’nunkiyle baş edemedi. Napoléon savaşları deyince akla gelen ilk at, hep Marengo oldu.
Enver Paşa’nın atı – DERVİŞ
Enver Paşa’nın Osmanlı devletinin tepesindeki iktidarını bırakmak zorunda kalıp Türkistan’da yeni bir hayalin peşinde koştuğu sırada edindiği bir attır. Enver Paşa’nın hayatı Doğu Buhara’da, Pamir dağlarının eteklerinde son bulur. 4 Ağustos 1922’de, Bolşeviklerin baskınına uğrar. O anda Enver Paşa atına atlar; 25 kadar atlı da onu takip eder. Tepede mevzilenen Bolşeviklerin ise makineli tüfekleri vardır. İşin sonu bellidir: “Enver Paşa en öndedir. Atını yıldırım gibi sürer. Kılıcıyla havayı yararak koşar. Mitralyöz, ateşini, huzmesini, en önde ilerleyenlerin üzerinde yoğunlaştırır. Enver Paşa vurulur. Atından düşer. Paşanın kıratı Derviş, bütün bu tür sahnelerde olduğu gibi, efendisinin baş ucundadır. Mitralyözün şeritleri ateşlerini kusmaya devam eder. Derviş de önce ön iki ayağı üzerine çöker. Sonra yana devrilir. O da son nefesini vermiştir.
Abdülmecid’in atı – HAYYAM
Hükümdarın, atının üzerinde ahaliye gözükmesi, sıradan bir seçim değil, iktidarın bir göstergesiydi. İyi binici olmayan hükümdarlar her zaman bunun sıkıntısını çekmişlerdi. Son padişahlar, modernleşmeye uyarak Batılı hükümdarlar gibi faytonu tercih etmişler, cuma selamlığına bile atla çıkma geleneğini bırakmışlardı. Bu nedenle, otomobili de olan son Halife Abdülmecid Efendi’nin kır Arap atı Hayyam’la İstanbul’da halkı selamlaması, önemli bir simgeydi. Halk beyaz atlı halifeye ilgi gösteriyor, bazı milletvekilleri bu görüntüleri “saltanat alayına” benzetiyordu.
3 Mart 1924’te hilafet kaldırıldığında ve ertesi sabah Abdülmecid Efendi, Avrupa’ya giden Orient Express’e bindirildiğinde, Hayyam geride kalmıştı. O, hanedanın mal varlığının bir parçasıydı. Önce Halkalı Ziraat Mektebi’ne, sonra İnanlı Harası’na gönderildi. Yarış kazanan birçok tayı oldu. İstanbul sokaklarında dolaşan son imparatorluk atıydı .
7. Süvari Alayı’nın atı – COMANCHE
Amerika kıtasında Amerikan yerlileri, atla İspanyol fatihler sayesinde karşılaştı. Atı benimseyen yerliler, muhteşem Mustang’ler yetiştirdi. İşte kestane renkli bir Mustang olan Comanche, bu atlardan biriydi. Alnındaki beyaz yıldızıyla güzel bir at olan Comanche, Amerikan ordusuna girdi. Birinci Ordu 7. Süvari Alayı’ndan Yüzbaşı Myles Keoch’u taşıdığı savaşta, bir okla paralanmasına rağmen sahibini üstünden atmadı ve “Comanche” adını aldı. Çünkü savaş, Amerikan yerlilerinden Komançilere karşı yapılıyordu. Sahibi George Armstrong Custer’ın komutasında savaşıyordu. 1876’da Custer komutasındaki 7. Süvari Alayı’ndan bir grup, Crazy Horse (Çılgın At) komutasındaki Cheyenne-Sioux savaşçılarıyla karşı karşıya geldi. Beyazlar yok edildiler. Sahibi ölen Comanche, iki gün sonra 7. Süvari Alayı’nın diğer subayları tarafından bulundu. Vücudundaki ok ve kurşun yaraları ölümcül değillerdi. Comanche için karar çıkarıldı: Artık ona kimse binmeyecek, törenlerde alayın önünde yürüyecekti. Comanche ulusal bir kahraman olmuştu.