Kendinizi modaya uymak zorunda mı hissediyorsunuz? Kadın dergilerini yada televizyonda gördüğünüz sizden daha güzel kadınlara bakıp estetik olsam mı diye kafa mı yoruyorsunuz? Arkadaşlarınızla toplandığınızda hep hangi diyeti yapmanız gerektiği konusunu mu tartışıyorsunuz? Eğer tüm bunların cevabı evetse sizde pek çok kadın gibi tüketim toplumunda tükenen kadınlardan birisiniz demektir.
Kapitalist toplum, ürün satabilmenin en kolay yolunun kadınlara bir şeyler satmak olduğunu keşfettiğinden beri rahat bir nefes aldı. Çünkü her koşulda kadınların en büyük arzusu olarak yaratılan güzel, bakımlı ve seksi olma arzusunu cezp edebilecekleri birçok alan vardı.
Bunun en iyi örneklerinden biri kozmetik sektörü. Ülke krize de girse, kadınların vazgeçemeyeceği tek bir alan var o da makyaj yapmak.
Nasıl oluyor da kadınlara güzellik konusunda pazarlanan her şey bu kadar başarılı oluyor. Bunun yanıtı tüketim toplumunun ‘Tükenim’ felsefesinde yatıyor.
Aslında her gün bize sunulan mesaj son derece açık; ‘Bir şey tüketmek istiyorsanız işe önce kendinizden başlayın.’
Peki, nedir kendini tüketmek? Kendini tüketmek, moda dergilerine, mankenlere, gazetenin arka sayfa güzellerine, kadın dergilerine bakıp kendini baştan yaratılması gereken bir varlık gibi algılamaktır.
Çoğunuz kadın dergilerinin içerik ve sıralamasında şunu görmüşsünüzdür. Önce birbirinden şık kadınlar, güzel makyajlar ve giysiler tanıtılır. Bunu yaparken amaç sadece bazılarımızın iddia ettiği gibi ‘bakımlı ol, kendini iyi hisset felsefesi’ değildir.
Bunu okuyan çoğu kadın dergiyi bitirirken farkında olmadan büyük bir kompleks altına girmiştir. Ve dergi biraz dergiye biraz da aynaya bakıp kendini kıyaslamaya çalışan kadına sihirli formülü son sayfalarda verir.
Yağ aldırma merkezleri, estetik ameliyat, markalı makyaj malzemeleri… Kadın maddi durumu yerindeyse derin bir nefes alır. Rahatlamıştır, bu fırsatları kullanıp kendini baştan yaratacaktır.
Maddi durumu iyi olmayanlar ise iç çekip keşke demekten başka yol bulamazlar. ‘Keşke benim de param olsaydı.’ Oysa bir kadının kendini baştan yaratmasının yolunun önce kendini tüketmesi olduğunu bilselerdi keşke demezlerdi.
Kendime neden fondöten aldığımı, neden saçlarıma gölge yaptırdığımı sorduğum günlerden birinde aslında makyajsız gezmenin, saçımı taramadan bile dışarı çıksam aslında bunun bana mutluluk verebileceğini keşfettim.
Eminim pek çok kadın da benim yaşadığımı yaşamıştır. Peki, neydi beni mutlaka güzel olmam gerektiğine zorlayan.
Bir anda şunu keşfettim. Ben halimden mutlu olursam, sokaktaki her kadın kendi halinde mutlu olursa bu kadar ürünü kim tüketecekti?
Biz kadınlar üzerinde tüketim alanında oynanan oyun acımasız bir oyun. Çünkü tükettirmek için önce kadınlarda kendine güvensizlik yaratmak gerekiyor. Ve hiçbir pazarlamacının bunu düşündüğünü sanmıyorum.
Çünkü birçok kişi estetiğin, makyaj ürünlerinin nimet olduğunu savunuyor. Evet, estetik gerçekten çok ihtiyacı olan bir kişiye nimet olabilir. Peki, burnu gayet düzgün olanlar neden estetik olma gereği duyuyor ya da normal bir vücut ölçüsündeki kişi neden yağlarını aldırıyor?
Çünkü biz kadınlar sürekli olarak bir kıyaslamanın içine düşürülmüş durumdayız, en güzel olmamız gerektiği her yönüyle bize empoze ediliyor. Televizyon programlarına şöyle bir bakın.
Önce reklamlar… Çok güzel saçlı bir kız saçlarını savurarak erkeklerin başını döndürür ve boş kalan tek park yerini kapar. Bunu izlerken eğer gür, parlak saçlarınız yoksa büyük bir karamsarlık yaşarsınız.
İşin garibi varken de yaşarsınız. Çünkü saçlarınız gür olabilir ama reklamı izlerken saçlarınız yapılı değildir. Ve aklınızda bilerek ya da bilmeyerek güzel saçı olanların daha güzel olduğu ve onların da sorunlarını bu güzellikle hallettiği imajı yer eder.
İşte tüketimin ilk aşaması, ‘sahip olmadığın bir şey için suçluluk duy’. Bu aşamadan sonra hemen gidip ilgili ürünü almakla buluruz çareyi. Filmlerde kadınlara her zaman güzel olanın talihli olduğu mesajını verir.
Güzel kadın zengin koca bulur, güzel kadın iyi bir işe girer, güzel kadın kolay para kazanır. Yine yaz gelirken tüm haber bültenlerinde okunan bir haber vardır. Haber yazın geldiğini müjdeler ve devam eder: ‘Kalın kazakların atılacağı önümüzdeki günlerde yeni bikini modelleriyle sahiller cıvıl cıvıl olacak. Bu bikinileri giymenin tek şartı vücudunuza güvenmek.’
Buna benzer şekilde her defile sonunda şu haber verilir: ‘Vücuduna güvenen hanımlar bu giysileri alacaktır.’
Oysa o kadar güzel vücutlu mankeni gördükten sonra hangi kadın vücuduna güvenir. Bunun ardından bir de güzellik yarışması ya da podyumdan milyarlar kazanan bir mankenin haberini gazetelerde okuyan bir kadın ciddi anlamda kendi hayatı ve güzelliği arasındaki bağı sorgular.
Kitle iletişiminin tüm bu özendirmelerine maruz kalmış olan kadın büyük bir umutsuzluğa sürüklenir. Ve güzel ve bakımlı olmuş olsa her şeyin daha yolunda gideceğine inanarak kendini yenilemeye karar verir.
Bir anlamda dolu yaşaması gereken her anı imrenmelerle ve kıskançlıklarla geçirerek ruhunu, diğer yandan geçirdiği operasyonlarla kendini tüketir. Ve kadın kendi bedeninden yeni bir beden yaratır. İşte bu da estetikle gerçekleşir.
Sorun bunla bitse ben de estetiğin çok faydalı olduğuna inanabilirdim. Ama sorun bitmez ve devam eder. Modaya göre kadınlar estetiğe devam eder. Her estetik kişisel kusurlarımız konusunda bizde yaratılan mutsuzluğu ortadan kaldıracağına inandığımız bir neşter darbesidir.
Birçok program dahi insanları baştan yaratmak üzerine kuruludur. Bugün gazetede gördüğüm başlık da bu yöndeydi: ‘Çirkin ördek yavruları kuğuya dönüştü.’
Bu haberin altına bir kadının eski ve yeni hali yan yana konmuştu. Kadın eski halinin olduğu resimde somurtuyordu. Eminim o haliyle kendinden daha güzel kadınlara imreniyordu. Oysa bana göre gayet normaldi. Sadece makyajsızdı ve saçları yapılı değildi.
Estetikten sonra kadına gerekli bakımda yapılmıştı ve gülümseyen bir fotoğraf çektirmişti. Altta ise operasyonun maliyeti yazılmıştı. Keşke dediğim gibi mutluluk estetikle yakalanabilecek kadar basit bir kavram olsa. Ama değil.
Eminim o ve birçok kadın her zaman bu tanıtımların pençesinde olacak. Ve kendilerinden çekici birini gördüklerinde yeniden ameliyat masasına yatacaklar.
Sorunu ortaya koymak yeterli değil elbet. Ama mutlu yaşamanın bir yolu var. O da tüketim toplumunun oyunlarını bilerek ve üzerimizde oynanan pazarlama stratejilerine göre yaşamak.
Çünkü tüketim toplumu genel olarak tüketmeyeni dışlayarak, aşağılayarak onu da bu toplumun parçası olmaya zorlar.
Buna en güzel örnek genç bayanların konuşmalarıdır. Saçına gölge yaptırmayan, her gün yeni kıyafet almayan, marka giyinmeyen kişiler bakımsızlıkla suçlanır.
Sonunda iradesi sağlam değilse tüketmeyen bireyde umutsuzluğa kapılır ve konuşmaların gerisinde kalmamak, arkadaşlarına ayak uydurmak için tüketmeye başlar. Tabii ki başta dediğim gibi önce kendini tüketmelidir.
Böylece ‘ Ay bak ben ne aldım, parıltılı ruj, dudakları olduğunda kalın, biçimli ve narin gösteriyor’, ‘ Valla bayıldım bu içine hiçbir şey sığmayacak kadar küçük çantayı nerden buldun. Rengi hem farınla hem bluzunla hem de ayakkabınla uymuş’ tarzındaki konuşmalara ayak uydurmak mümkün olacaktır.
Sorunun çözümü tüketmemek değil, sorunun çözümü kendimizi tüketince mutlu olacağımız yanılgısından kurtarmak. Tüketmek ve tükenmek bizi mutlu etmez.
Mutluluk yaşadıklarınızı hangi surat, giysi ve bedenle yaşadığınızla ilgili değildir, mutluluk ne yaşadığınızla ilgilidir. Yıllar sonra geçmişte katıldığınız bir partide burnunuzun ne kadar düzgün göründüğünü hatırlamazsınız ama sevgilinizle yaptığınız dans aklınızda kalır…
Unutmayın: ‘Biri her an size bir şey pazarlamaya çalışıyor.’ Ve unutmayın bunu sizi kendinizi mutsuz hissettirerek ve tüketince mutlu olacağınızı düşündürterek yapıyor.
Gülçin EREN