Oysa Şamanizm’de görülen bu tür ritüeller bütün eski inançlar da üç aşağı beş yukarı vardı. İngilizler onlara pagan derdi ve özellikle Avrupa’da Hıristiyanlığın ilk yayılma döneminde İngiltere adasına kaçmış, orada küçük beylikler halinde varlığını yakın dönme kadar sürdürmüş pek çok pagan topluluk vardı. Şimdilerde olduğu gibi, o zamanlar da doğaya ait bu inançlar lanetli görülürdü.
Görebildiğim kadarıyla Aleviler Şaman’dır, diyen epeyce az bir kesim kaldı. Eh hiç öyle olur mu, Şamanizm yenildiyse kapıda Zerdüştlük var. Türk ulus paradigması çöktü, ancak Kürt ulusçuları birebir o çöküntüyü kopya etmişe benzerler.
Onlara göre de Alevilerin esas dini Zerdüştlük.
Kürt ulus paradigması, biraz da kafa göz kırarak, “size anlatılan o Şamanizm hikayesi yalan, siz aslında Zerdüşsünüz” diyorlar.
Sahi teologlar bu Zerdüşt’ü nasıl tarif eder dersiniz? 30 yaşında peygamber olan, bu adamın Orta Doğu masallarından farkı neydi, Muhammed’e benzer miydi?
O da Muhammed gibi doğaya inanları put perst ilan eder miydi, insanların yarısı şeytan mıydı? Biz ve öteki nasıl işlenirdi onda?
İlk din olması itibariyle doğaya ait figürler var olmasına var zerdüştlükte, ancak İslam’ı kaldırın yerine Zerdüştlüğü koyun, resmi İslam söyleminin çıplak halinden başka bir şey görülmez.
Evet Zerdüştlükte ateş var var olmasına, kıble güneştir, ancak bu yeter mi? Bütün dinlerde peygamber başları güneşten hale içine alınır. Kral Ludwig dahi güneşi simge olarak almıştır. İdeolojiler tarafından güneş ilan edilen pek çok lider vardır. Günümüz Hıristiyanlığında ateş hala ibadetin en büyük parçasıdır, mum yakılmadan ayin yapılmaz. İnsanoğlu ateşle kendisini var etmiştir, onunla demiri ısıtmış, evi ev yapmış, silahı onunla bulmuş, karanlığı onunla yarmıştır. Ateş ilk enerjisidir insanın.
Zoroasterci denen Zerdüştlük iki tanrılı bir din olsa da ilk tek tanrılı din olduğu kabul edilir ve bütün dünyanın üzerinde hem fikir olduğu haliyle, öyle yoksulların inancı filan da değildir. Aksine doğrudan kral ve soylulara ait bir inançtı. Fikri ve felsefesi ise Ortadoğu barbarlığına epeyce uygundu.
Bugünkü Dersimlilerin ve Kızılbaşların gidip o dağa taşa baş koyup dua etmesi, Zerdüştlükte puta tapmak olarak tarif edilir ve günahların en büyüğü ve kötülüğün temsilcisiydi bu insanlar. Sihir yapmak, ne bileyim bütün diğer dinlerde olduğu gibi, Zerdüştlük inancında da günahtı. Yani Dersimlileri Zerdüşt ilan edenler, Zerdüştlük inancına göre Kızılbaşların günahkar olduğunu bilmiyorlar mı diye düşündüğüm çok olur!
Dersim ve Kızılbaş Aleviliği, az çok diğer Alevilik türlerinde de görüldüğü üzre, inanç fakir üzerinden tarif edilir. Alevi olmayıp eski hayatı öldürüp (kefene girerek) yeniden doğan kişi Alevi olduktan sonra, bu yeni hayatında şu şartları yerine getirmek zorundaydı: Bir, o kişi kendine bir musahip tahin etmeliydi, iki pir ve rayberi olacak ve üç, ziyareti olmalıdır. Alevi’lerde tanrıya giden yol öyle sanıldığı gibi kul üzerinden olmaz, ziyaret olmak zorundadır. Orada niyaz edilir ve her aşiretin, bazen köyün dahi ziyareti olmak zorundadır. Bu ziyaret sahipleri ise fakir, çoban, yetim, budalalardır, zengin ve soylu hak yoluna eremez. Bir zengin inancı olan Zerdüştlük, neresinden tutarsanız tutun Alevilere uymaz.
Alevilikte kötü ve iyi dünyevidir. Doğa onu yaratmışsa bir bildiği vardı. Ki, eline kan bulaşmış kişi, ne bileyim günah işleyen ölümle cezalandırılmaz, en yüksek ceza cemaatten dışlamak, yani aforoz etmektir. Zerdüştlükte ise ölüm cezasını bir tarafa bırakalım, şeytan aynen İslam’da olduğu gibi süreklilik arz eder. Onun felsefesinde iyiliği temsil eden iki tanrı kötülüğü temsil eden Ahirman’a karşı savaş halindedir.
İyilik tanrısı, iyi huylu güzel hayvanları yaratırken, kötü tanrı olan Ahirman, vahşi hayvanları, kana susamış kuşları yaratıyordu.
Zerdüştlükte doğanın süresi 3 binerlik dört süreye bölünürdü. Oysa Alevilikte değişmekle birlikte esas olarak on dört bin asrın varlığından bahsedilir. Ki başlangıçta yerküre on dört bin yıl başı boş dönmüştür.
Zerdüştlük ile Aleviliği birbirinden ayıran en önemli etmenlerden biri de, ibadetin şeklinin tarif edilmesidir. Zerdüştlükte ibadet günün belli vakitlerine ayrıştırılır ve günde beş vakittir. Oysa Alevilerde ibadet günün hiç bir saatiyle tarif edilmez. Şu gün şunu yapacaksın diye bir tarifi de yoktur, kişi tamamen içinden geldiği gibi köyün ziyaretine gider, -hatta ona gitmesine dahi gerek yoktur, ziyaretinin adını anması dahi kafidir-. Ve en tuhaf olanı, ibadetlerini güneşe dönerek yerine getiren Ezidiler Zerdüşt inancında dalkavukluğun, bencillik ve kibrin insanları olarak tarif edilmiştir.
İyilik tanrısı Ahura Mazda’yı temsil eden Zatalar ile Ahirman arasında geçen bir diyalog da Ezidiler’den şöyle bahsedilir: Zatalar bir gün kötü şeytana yani kötü yürekli olana, “Senin sanatın güzel ve zararsız bir varlık yaratmaktan acizdir, Ey zalim Ahriman…” dediler. Kurnaz şeytan güldü ve bunu yapabileceğini söyledi. Hemen dünyanın gördüğü o en sevgi dolu kuşu yarattı. Bu, “dalkavukça” hareketleri olan muhteşem bir “tavus kuşuydu,” kibrin ve bencilliğin simgesiydi.
Batıda ve teoloji ile az çok uğraşan herkes şunu bilir, Zerdüştlük Pers soyluları arasında benimsenmiş bir inanç türüydü. Devlet dini olarak kabul görmüş ve uzun bir süre devlet ideolojisi olarak hüküm sürmüştür. Halk arasında bir karşılığı ne yazık ki olmamıştır. Zalim dönemlerin birinde (İ.Ö. 6. yy) devlet ideolojisi olan Zerdüştlük bu nedenle kendisinden sonra gelen Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ı yakından etkilemiştir. Tek tanrılı dinlere ilham kaynağı olmuştur. Bazı Kürt aydınlarının Zerdüştlük ile Alevilik arasında kurduğu tek ilişki güneşin kıble olmasından öteye gitmez ki, Anadolu ve Dersim Aleviliğinde güneş sadece simgelerden biridir ve en temel özelliği bir peygambere hele soylulara hitap etmiş bir dini kabul etmemesi üzerinde kendini kurgulamıştır.
Ziyareti, figürü, heykeli aynen İslam gibi putperestlik olarak gören Zerdüştlerin aksine, Dersimliler ve kızılbaşların tanrıları, bütün kutsiyetleri fakir insana bağlanmıştır.
Bu inanç Hz. Muhammed’i Kırklar ceminde sorgulamış, onu fakir bir kul olarak arasına almıştır. Hz. Ali’ye insan öldürmeyi tövbe ettirmiş, Ali’nin kılıcının kırk bininci insana kalktığında dil verdiğini, öldürme konuş diyerek dile geldiğini söylerler.
Oysa Zerdüştlüğün en büyük yazıtı olarak kabul edilen Nakşi Rüstem yazıtında, Darius, “Ahura Mazda yeryüzü düzeninin bozulduğunu görünce kılıcı bana verdi; ben de yeryüzüne düzen verdim” demektedir.
Alevilerin Anadolu’da sayılarının milyonlar bulmasına rağmen, tarihte hiç bir şehir, kent ve devlet kurmak istememelerinin en büyük nedeni budur.
Kürt aydınlara önerim, bu yolu tutmasınlar. Türk ulusçularının geçmişte Alevileri Şaman ilan etmeleri bir noktada anlaşılırdı, ancak Zerdüşt Ortadoğu masal geleneğinin ve sonrasında ortaya çıkan dinlerin tamamlayıcısıdır, Alevilikle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu zorlama, ideolojik bir dayatma. Zerdüşt Ortadoğu kahramanlık öykülerinde olduğu gibi fiziksel bir güçü temsil eder, oysa Alevilik Munzur, Düzgün Baba, Hızır efsanelerinde olduğu gibi güçlü olanı, fakirin masumiyeti önünde getirip diz çöktürmüştür. Güçlü olan değil, fakir olan kutsanmıştır. Rivayete göre 30 yaşında peygamber olan Zerdüşt Ahura ve Mazda’nın huzuruna çıktıktan sonra, yeryüzüne döner ve insanları kötülük tanrısı olan Ahirman’a karşı savaşmalarını salık verir. Bu savaşta ölenler aynen İslam’da olduğu gibi cennete gider.
Oysa Alevilikte hikaye neydi; insan kendini kötüden korumalıydı, o savaş mıydı, hayır uzak durmak, kötünün alanına girmemek, onunla sohbeti kesmek ve daha da önemlisi kötü bu hayatın bir parçasıydı. Cem deyişlerinde ifade edilen şekliyle, “kötü, doğrunun hak yol göstericisidir.” Kötü öldürülmez, aforoz edilir. Cem, cemaate alınmaz, kötüyü kendisiyle baş başa bırakmaktan öte bir ceza yoktur.
Zerdüşt’e şeytanlaştırma vardır. Türk ulus paradigmasına arka hikaye yazan aydınlar, kızılbaşları Türkleştirmek istiyordu, olmadı. Bir de marksist yazarlar var, onlar da Alevilikten materyalizm çıkarmaya çalışır. En komedisi bu olsa gerek, Alevilik cinsellikte, İslam’dan daha katıdır, Sünni İslam, Alevilerin batıl inançları yanında Karl Marks kadar dünyevidir. Alevilikle Zerdüşlüğü bir araya ancak mağdur ve fail ilişkisi içerisinde görmek mümkündür. Ötesi başa bela bir hikâyedir.
Haydar Karataş
Dünyalılar