“Meksikalı ve Yahudi – Amerikalı atalarından miras kanı damarlarında dolaşan Lhasa, New York’ un Big Indian bölgesinde doğmuş. Geleneksel yapıdan hayli uzak olan ailesinin aynı yerde fazla kalmama ve “hayat seni nereye götürürse oraya git” prensibi dolayısıyla buradan kısa süre içinde ayrılmış ve ailesi ile birlikte yaptığı bu yolculuklar, Lhasa’nın geniş hayal dünyasını besleyen deneyimler olmuş.
Şarkı söylemeye, on üç yaşındayken San Fransisco’da bir Yunan kafesinde başlamış. Düşük tempolu Billie Holliday şarkıları ve Meksika ezgileriymiş tercihi. Kendi sesinin gücünü ve şarkı söylemenin onda uyandırdığı yoğun duyguları burada keşfetmiş.
19 yaşına geldiğinde yolu Kanada’ya uzanmış. Gitaristi ve yapımcısı Yves Desrosiers ile burada tanışmışlar. Beş sene boyunca birlikte Montreal’de çeşitli barlarda canlı performanslar sunmuşlar. Buralarda edindiği deneyim, onu 1998 tarihli ilk albümü “La Llorona”yı çıkarmaya kadar götürmüş. Bu gizemli ses, yürek burkan melodiler ve ilginç hikâye, dünyanın pek çok yerinde ilgi çekmiş ve albüm tahminlerden çok fazla satmış, platin plak derecesine ulaşmış.
Birkaç yıl boyunca grubu ile birlikte Avrupa ve Kuzey Amerika’da turnelere çıkan Lhasa’nın seyircisiyle iletişimi ve sahne performansı da eşsizmiş. Gelin görün ki bu turlar sonrasında enteresan bir karar almış Lhasa: Müziği bırakmak ve Fransa’daki üç kız kardeşinin yanına giderek sirkte çalışmak! Çocukluk rüyası olduğunu söylediği bu işi, 1999 yazında “Pocheros” isimli bir şov düzenleyerek hayata geçirmişler ve hep birlikte bir tura çıkmışlar.
Bir yanda çekingen ve sakin bir yanda cömert ve bilge bir tavır taşıdığı konser performanslarında hemen belli olan Lhasa, seyircisi ile bir bütün olabilmeyi başaran sanatçılardan. Şarkılarının her birinin kendi başına bir öyküsü var ve dahası, Lhasa bunları konserlerinde kendine özgü tatlılığıyla anlatıyor izleyicilere. Gittiği ülkenin dilini öğreniyor bir parça, oranın geleneksel enstrümanlarına ilgi gösteriyor, yeri geliyor bunları konserlerine malzeme ediyor.
Evet, şarkıları genellikle acılı, melankolik, dramatik ama asla mızmız, insanı süründüren tipte değil. Tam tersine umutlu, heyecanlı, tutkulu ve içten. Hangi türe sokacağınızı bilemediğiniz, dünyanın hangi parçasına ait olduğunu kestiremediğiniz, Küba’dan da gelmiş olabilir Balkanlar’dan da, Fransa kökenli de olabilir Ortadoğu da diye düşünebileceğiniz şarkıları müziğine daha bir zenginlik ve renk katıyor.
1 Ocak 2010’da Montreal’de 38 yaşında göğüs kanseri nedeniyle hayatını kaybeden Lhase’nin müziği hiç bir kategoriye girmiyor ama önemli olan şu ki insan kendini çok iyi hissediyor…
Dünyalılar